menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Akıl Hakkında

13 0
23.01.2025

İnsanı gerçeklere muhatap eden en mühim meleke akıldır. Kelime olarak akıl, "Devenin yularla tutulması gibi, tutmak" anlamındadır. Ayrıca, "Bağlamak, birbirine uygun iki nesne veya iki kavram arasında bağlantı kurmak" anlamını ifade eder. Mesela, bir yerden duman çıktığını görünce hemen ateşe intikal etmek, buz tutan nehrin inceliğini görünce "Bu beni kaldırmaz" diye hüküm vermek aklın birer fonksiyonudur.

Akıl, maddeden mücerret bir cevher, hak ile batılı ayıran bir nurdur. Bıçağın kesme aleti olması gibi, ruhun anlama aletidir. Kişi bu akılla eşyanın hakikatlerine muttali olur. Hem duyulardan gelen bilgileri değerlendirir hem de gaybî şeylere açılır.

Akıl; düşünme, anlama, kavrama kabiliyetidir. Hakk’ın hitabını fehm için bir alet, bir vasıtadır. İnsanı hayvanlardan ayıran seçkin bir meziyettir.

Akıl, madeni kalp ve ruhta, şuaı dimağda bulunan manevi bir nurdur ki, insan bununla duyularla anlaşılmayan şeyleri idrak eder.

Nuranî bir cevher olan akıl, insanın en kıymetli cihazıdır. İnsanı, ebedi saadete hazırlayan Rabbanî bir mürşid,[1] ona İlahi, kudsi defineleri, hem kâinatın binler hazinelerini açan pırlanta gibi bir anahtardır.[2]

İnsan, akıl vasıtasıyla dinen mükellef olur. Aklı olmayandan teklif de kalkar. “Aklı olmayanın dini de yoktur" sözü, bu noktadan hareketle söylenmiştir. Bundan dolayı, akıl din karşısında sorumlu tutulabilmenin “olmazsa olmaz” bir şartıdır.

Rivayet edilir ki, Cenab-ı Hak aklı yarattığında ona "Bu tarafa gel" der, akıl gelir. "Dön" der, akıl döner. Cenab-ı Hak buyurur ki, "İzzetim ve celâlime yemin ederim ki, senden daha şerefli bir mahlûk yaratmadım. Seninle alır, seninle veririm."[3]

Akıldan hissesi ziyade olanlar, büyük bir nimete mazhar kılınmışlardır. Ebu Cuhayfe, Hazreti Ali’ye "Yanınızda, Rasulullahın size has kıldığı bir kitap var mı?" diye sorar. Hazreti Ali, şu manidar cevabı verir: "Hayır, ancak Allah’ın Kitabı ve bir de Müslüman bir adama verilen fehim (anlama) var."[4]

Ham petrolden uçak benzinine, mum ışığından güneş ışığına kadar mertebeler olması misali, insanların akıllarında da mertebeler vardır. Uzaktan yakılan bir kibritle tutuşan uçak benzini gibi, bir kısım akıllara uzaktan bir işaret verilmesi kâfidir. Aklın bu üst mertebelerinde yer alan insanlar, başkalarının anlamadığını anlarlar, hissetmediklerini sezerler, onların bağlantı kuramadıkları şeylerde hayret verici bağlantılar kurarlar.

Nur suresinde geçen "Onun yağı, neredeyse bir ateş dokunmasa bile ışık verecek"[5] âyeti, bir yönüyle bu tür akıllara işaret olarak görülmüştür.[6] Âyetteki bu ifadeden hemen sonra gelen "Nur üstüne nur" ise, bu akıllara gelen ilahi ilhamlara, tulûata işarettir. Yani, akıl, hadd-i zatında İlahi bir nur olmakla beraber, bu nura ilahi ilham parıltılarının gelmesi, "Nurun alâ nur" olacaktır.

Göz penceresinden âlemi seyreden ruh, beyin merkezinden de gerçekleri temaşa eder. Dil ne kadar tatma organıysa, beyin de o kadar düşünce organıdır. Aklın vazifesi gerçekleri kavramaktır.

Beynin fonksiyonuna "tefekkür" adı verilir. Tefekkür, aklın çalışması ve fikir üretmesidir. Akıl bir makineye benzetilirse, tefekkür bu makinenin çalışması ve üretimde bulunmasıdır.[7]

Aklın sınırı

Aklın bu kadar faziletlerinden bahisten sonra, biraz da onun sınırından bahsetmek yerinde olacaktır. Yoksa biraz methedilince başı bulutlara değen insan misali, akıl da bu kadar övgüden sonra kendini mutlak hakikatlerin ve salt gerçeklerin yanılmaz sahibi, her şeyin mi’yarı ve mizanı zannedebilir, bütün ihtilaflı konularda kendisinin hakemliğine müracaatı isteyebilir. Nitekim aklı gerçeğin tek ve yanılmaz ölçüsü kabul eden nice insan, kendi aklının veya mutlak manada aklın ulaşmadığı gerçekleri inkâr cihetine gitmiştir. "Onlar, ilmen kuşatmadıkları ve henüz te’vili kendilerine gelmeyen şeyi yalanladılar"

© Risale Haber