Ölüm ve Kabir Hayatı
Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Kişi kabre konduğu zaman o panik içinde öyle bir haykırışla haykırır ki; feryadı arşa kadar yükselir. İnsanlar ve cinler hariç herkes o haykırışı işitir.”[1]
İşte o panik anında düşünüyorsunuz ki, dünyada iken hoca efendilerin söyledikleri doğruymuş. Deme ki ölüm toprağa karışıp yok olmak değilmiş. Hocaların dediği gibi yok olmamışız. Sadece dünyadaki hayatımız sona ermiş, fakat bizim için yeni bir hayat başlıyor.
Hocaların “Öbür hayat için kendinizi hazırlamazsanız pişman olursunuz! Kabirden sonraki hayat için çalışınız. Kabirdeki sorgu-sual meleklerinin sorularını cevaplandırmaya şimdiden alışmalısınız” şeklindeki ikazları hep size ulaşmıştı.
Artık mezardan geri dönüş yok. Dünya ve dünyevilerle alakalı her şey bitmiş, her şey son bulmuştur. Sizi mezara koyan yakınlarınız ve dostlarınız evlerine geri dönüyorlar. Onların giderken “Allah rahmet etsin, iyi bir insandı. Demek buraya kadarmış” şeklindeki sözleri ve gürültüleri son kez kulaklarınızda çınlıyor.[2] O kadar ki, mezarınızdan dönenlerin ayakkabılarının çıkardıkları sesleri bile duyuyorsunuz.[3]
Tam o sırada ilk menziliniz olan kabrinize iki misafiriniz iniyor. Yani iki melek size, “Rabbin kim, Peygamberin kim, kitabın nedir, Kıblen neresi?” gibi sorular soruyorlar.[4] Siz o panik halinizle ne derece cevap verebilirsiniz, bilinmez. Sorulan sorulara kolayca cevap vermek veya apışıp kalmak kişinin imanı ile alakalı olan bir durumdur.
Daha önce dersini çalışan öğrenciler öğretmenin sorularına kolay cevap verdikleri gibi, imanı, peygamberi, kitabı, kıbleyi, namaz ve zekâtı bilenler sorulara kolaylıkla cevap verirler. Hayatında camiyi, mihrabı görmemiş, başı secdeye gitmemiş, Kur’an’dan bihaber, Kâbe’nin, kıblenin ne olduğunu bilmeyenler, bu sorulara nasıl cevap verebilirler?
Sonra aradan zaman geçiyor, yılan ve çıyanlarla baş başa kalıyorsunuz. Resul-i Ekrem (sav), (القبرُ روضَةٌ من رياضِ الجنَّةِ أو حفرةٌ من حُفَرِ النَّارِ) “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da ateş çukurlarından bir çukurdur” buyurmuştur.[5] Fakat bu hadisin sened bakımından zayıf olduğunu söyleyen bazı âlimlere göre kabirde fiziksel bir azap size ulaşmıyor veya cennet bahçesinde fiziki olarak değil manevi olarak yaşarsınız.
Azaba duçar olacaklar için bu durum, tıpkı rüyada görülen kâbusa benzer. Rüyanızda size gelen baskıları, birtakım hayvanların size verdiği zararı veya bir uçurumdan düşüşünüzü, göğsünüze birinin oturup boğazınızı sıktığını, ya da ateşin içine atıldığınızı düşünün… Kabirde de fiziksel bir olay yok, ama dünyada iken gördüğünüz kâbuslara benzer çeşitli azaplar olacaktır. Bir farkla ki, dünya hayatındaki rüyadan uyanmak kâbusun sonu oluyor. Fakat kabirde öyle bir kâbusun içine düşüyorsunuz ki, kâbustan uyanmak ve geri dönmek yok. İşte böylesine ilginç bir Ölümden sonraki hayat, yani Berzah âlemi sizin için başlamış oluyor.
Böylece ölümün ne olduğunu tadıyorsunuz. Tatmış olmak sizde bir şey değiştirmiyor. Herhangi bir şeyi tattığınız zaman nasıl şuurunuzda, idrakinizde bir değişme olmuyorsa, sadece o şeyin ne olduğunu anlıyorsanız, “ölümü tatmak” demek, bedeninizi kumanda edemez hale gelmeniz demektir. Siz ölmüş olmakla bedeninizi kumanda edemez hale geliyorsunuz. İşte “ölümü........© Risale Haber
