Bediüzzaman’a Göre Zekâtın İktisadî Hayata Katkısı
Zekâtın kelime anlamı, “artma, çoğalma, arıtma ve berekettir.”[1] “Doğru söylemek ve sözünü tutmak” anlamına gelen “Sıdk” kökünden alınan ve Kur’an ve Sünnette zekât anlamına da kullanılmış olan “Sadaka”[2] kelimesi ise, daha sonraki devirlerde gönüllü mali ödemeler için kullanılan bir terim olmuştur.[3] Fıkıh terminolojisinde zekât, Allah’ın belirli yerlerde sarf edilmek üzere dince zengin sayılan kişilerin, mallarından belli bir payın alınması işlemini ifade eder.
Kuşkusuz bir toplumda “zengin” olarak bilinen varlıklı insanların bulunması doğal olduğu gibi, bir türlü ihtiyaçlarını gideremeyen yoksul insanların bulunması da doğaldır. Doğal olmayan şey ise, bu iki grubun birbirilerinin haklarını gözetmemesi ve bu durumun toplumda gerilim ve gerginlik sebebi olmasıdır. O halde zengin ve yoksul arasındaki farkın uçuruma dönüşmemesi için tedbir alınmalıdır. Başka bir deyimle, zengini daha zengin ve fakiri daha fakir hale getirmemek ve gerçekleşmesi muhtemel duygusal gerginlikleri ortadan kaldırmak için ciddi önlemler alınmalıdır.
İşte Kur’an-ı Kerim, sınıflar arasındaki gerilimin potansiyel varlığına işaret ederek bunun engellemesi için Mekke döneminde diğergâm olmayı ve başkasına vermeyi öğütlemiş, daha sonra Medine döneminde zekâtı farz kılarak bu huzursuzluğu kökten çözmeyi amaçlamıştır. Ez-Zariyat Suresinde cennet ehli olan muttakiler tanıtılırken, onların dünyada güzel işler yapan kimseler olduklarından söz ettikten sonra: (وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ)“…ve mallarında muhtaç ve mahrumların hakkı vardır”[4] buyrulmaktadır. Aynı anlamda olmak üzere Kur’an’da birçok ayet vardır. Bu teşhisin gerek Mekkî gerek Medenî surelerde yer alması, problemin sadece İslam toplumu için değil, bütün toplumlar için geçerli olduğunu gösterir. Bu gerçekleri göz önünde bulunduran Bediüzzaman zekâtın iki açıdan iktisadî hayata katkı sağladığını ifade eder:
a) Zekâtın bir Yardım Vasıtası Olması Açısından: Kur’an-ı Kerim’de zekât kelimesi terimsel anlamda otuz ayette kullanılmıştır. Bunların yirmi yedisinde zekât namazla birlikte zikredilmiştir. Hz. Peygamberin (s) sünnetinde de zekât çoğunlukla namazla birlikte zikredilmiştir. Namazla zekât arasındaki bu kuvvetli bağ, kişinin Müslümanlığının ancak bu iki görevi yapmakla olgunluk derecesine ulaşacağına açık bir delildir. Namaz bedenî, zekât ise malî bir ibadettir. Deme ki, ancak bu iki ibadet türüne hâkim olan bir ruh, Allah’a yaklaşmak ve onun rızasını kazanmak şerefine erişebilir.
Bediüzzaman zekâtın malî bir ibadet olduğunu, aynı zamanda ibadet duygusuyla yerine getirilmesi gereken sosyal bir yardım müessesesi olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre, biri bedenî, diğeri malî olan namaz ve zekât arasında çok ciddi bir münasebet bulunmaktadır. Nitekim (الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ)“O hidayete erenler ki, idraki aşan hakikatlere bütünüyle iman ederler, namazı istikamet üzere kılarlar ve kendilerine sürekli lütfettiğimiz şeylerden ihtiyaç sahiplerine harcarlar”[5] ayetini tefsir ederken namaz ve zekâtın birbirileriyle olan sıkı irtibatını şöyle ifade eder:
“ (وَمِمَّا........
© Risale Haber
