Sıddıkiyet Makamına Yolculuk
İnsan, hilkati gereği hayatın derinliklerinde kendi kemâlini arar. Bu arayış, bir bakıma onun fıtratında gizlidir; çünkü insan, eksikliğini hissettiği ölçüde tamamlanmaya yönelir.
“Cenab-ı Hak, herşey için bir nokta-i kemal tayin etmiştir.
Ve o noktayı elde etmek için o şeye bir meyil vermiştir.
Her şey o nokta-i kemale doğru hareket etmek üzere, sanki manevî bir emir almış gibi muntazaman o noktaya müteveccihen hareket etmektedir.”[1]
Kendi kemalini arayan bir insan, henüz Sıddıkiyet makamına ulaşmamış olabilir. Zira bu arayış, bir yolculuğun işaretidir; kişinin kendini tanıma, nefsiyle yüzleşme ve hakikati bulma çabasının bir yansımasıdır.
Sıddıkiyet, teslimiyetin ve doğruluğun zirvesidir; bu makamda insan, arayışın ötesine geçer, bulmuşluğun sükûnetine erer. Ama bu olgunlaşma süresi insanın Cennet’e kadar sürecek olan bir yolculuğunun ismidir. Dünyada ben oldum diyen insan ham meyve gibidir. İnsan iddiasından sınanır.
Fakat dava, kemâl uğruna bir mücadele ise, işte o zaman insan Sıddıkiyet makamında demektir. Çünkü dava, bir idealin peşinde koşmaktır; bu uğurda sabretmek, sadâkât göstermek ve hakikât yolunda sebat etmektir.
Kemal, insanın ulaşabileceği en yüksek erdemse, bu davaya adanmışlık Sıddıkiyetin ta kendisidir.
Sıddık, sözünde duran, özünde duru olandır; davasını kemâl ile taçlandıran ise, bu makamın hakkını verendir. Şüphesizki bu söz “Elest Bezmi”ndeki sözümüz, ahdimiz, peymanımızdır.[2]
Öyleyse diyebiliriz ki, kemâlini arayan insan yoldadır, Sıddıkiyet makamına henüz varamamıştır; lakin davasını kemâl ile yoğuran, o makamın kapısını aralamış, belki de içeri adım atmıştır. Her iki hâl de güzeldir; zira biri arayışın, diğeri ise bulmuşluğun hikâyesidir.
İnsan, bu iki hâl arasında gidip gelirken asıl olan, niyetin samimiyeti ve gayretin sürekliliğidir. İnsan kalbinde saklayıp büyüttüğü niyetine bakması gerekir daima.
Sıddıkiyet makamı, insanın manevi yolculuğunda ulaşabileceği en yüksek mertebelerden biridir. Bu makam, sadâkât, doğruluk ve hakîkate tam bir teslimiyettir.
"Sıddık" kelimesi, Arapça kökenli olup "sadık olan, doğruyu yaşayan ve doğruluğunda sebat eden" anlamına gelir. Bu, sadece sözde değil, özde ve fiilde de hakikatin temsilcisi olmaktır.
Sıddıkiyet, bir insanın nefsani arzularını aşarak, rıza-yı ilâhî karşısında mutlak bir bağlılık ve arayış için sergilediği bir haldir, tutumdur.
Bu makama ulaşan kişi, yalnızca kendi benliğini değil, aynı zamanda çevresindeki her şeyi hakikât ışığında görür.
Sıddık, yalanın ve ikiyüzlülüğün zerresine dahi yer olmayan bir ruhtur. Onun sadâkâti, yalnızca insanlara değil, asıl olarak Yaradan Hâlik-ı Kâinata yöneliktir. Bu vecihle Sıddıkiyet, imanın en yüksek derecesi olarak da nitelendirilir; zira iman, sözle başlar,........
© Risale Haber
