Hayasız akınlar bitmiyor; şimdi de Ali Akın
Uzun yıllara dayanan, omuz omuza verdiğimiz hizmet beraberliğiyle ebedî dost ve kardeş olduğumuz muhterem bir ağabey tarafından bağlantı linki gönderilen bir videoyu izleyip kanaatimiz sorulunca bu ricayı emir telakki ettik ve ibretle seyrettik.
İbretle diyorum; çünkü internetten yaptığımız araştırmada vaktiyle Diyanet İşleri Başkanlığı’na “danışmanlık” yaptığı bilgisiyle karşılaştığım ve kendisine “Bilge” sıfatı vermiş olan Ali Akın isimli şahıs, “Nurculuk Nedir?” diye sorulan soruya, Said Nursi’nin tevellüd tarihinden ve hayatından bazı kesitleri anlatmaya başladığı 36 dakikalık bir konuşmasına bunca hezeyanı nasıl sığdırabildi? Bir ilim erbabı, hele bir din adamı delilsiz, dayanaksız ve belgesiz olarak nasıl da pervasızca asılsız isnatlarda bulunabildi? Ömrü kemâl yaşın da ötesini geçmiş birinin herkes tarafından bilinen gerçekleri çarpıtıp içine yalanlar ve iftiralar katarak youtube kanalı üzerinden yayınladığına hayretle ve esefle şahit oldum.
Adı geçen şahsı seneler önce bir tv programında seyretmiş, bir başka zaman da bir yolculuk sırasında, medya hocalarından birinin bir radyo programında rast gelmiş, dinlemiştim. Doğrusu, beyan tarzı ve üslûbu çok itici gelmişti. Siz de tahmin etmişsinizdir, bu kişi şu çok bilmiş âhir zaman allâmeleri ile aynı kafada, aynı safta ve aynı cenahtadır ve onlarla aynı telden çalıyor.
Bu şahıs, yıllardır Bediüzzaman Said Nursî’ye ve Risale-i Nûr’a karşı ciddi bir karın ağrısı yaşıyor ve hazımsızlığı var. Bu rahatsızlığı Bediüzzaman'ın dehâsını ve özgünlüğünü görmeye mâni olup onu Risalelerdeki hakikatlere karşı kör ediyor. Bu sebeple Said Nursî’yi küçümseyip hafife alıyor. Gerek Üstad’la ve gerekse Nurlarla ilgili olarak diline doladığı hususlarda asgari seviyede bile mâlûmatı da olmadığı için hem bilgi noksanlığından hem de hazımsızlığından olacak ki şundan bundan duyduklarını ciddiye alıp anlatıyor.
Meyveli ağacın taşlandığı herkesin mâlûmudur. Said Nursî’ye ne şimdiye kadar atılanlar, ne de en son bu “bilge”(!) şahsın attığı taşlar küçümsediği o yüksek şahsiyete de mübarek hizmetine de isabet etmeyecektir. Hezeyan ve mesnetsiz beyanlarına cevap için belgelerle ve uzun yazmak gerekir. Fakat burada özetleyeceğiz:
İddia: Said Nursî’nin talebelik hayatında medresede İzhar’a kadar ders aldığını, bu dersi alanlara talebe bile değil, “softa” denildiğini, medrese eğitiminin ilk aşaması olan “mübtedi” sayıldığını, doğru dürüst bir eğitim almadığını, okur fakat yazmayı bilmediğini …
Cevap: Bediüzzaman Said Nursî, çok düzenli bir medrese eğitimi almadı. Fakat medreselerde okutulan ilimlerin tahsili çok uzun yıllar sürdüğü için, şerh ve izahları atlayarak kuvvetli ve fotoğrafik hafızasıyla çok genç yaşta yüzlerce kitabın özünü ve esasını hıfzetmiştir. Nitekim, çocukluktan henüz çıktığı yaşta zorlu ve sıkı hocalar tarafından imtihan edildikten sonra aldığı icazet ile “nâdirâttandır” dedikleri hafızasına ve zekâvetine dâir takdirkâr ve tahsinkâr ifadelerle zamanın ulemâsı tarafından kendisine verilen Bediüzzaman lakabı bunun ispatıdır. Said Nursî, yazısının güzel olmayışı sebebiyle kendisinin “yarı ümmi” olduğunu söyler. Ancak bu durum onun âlimlik sıfatına zarar vermez.
İddia: Yerinde duramayan ve çok hareketli olan Said Nursî’nin zaptiyeler nezaretinde kendi memleketine getirildiğini, Bitlis Valisinin çok cevval ve iddialı olan Said’i konağına aldığını, iki sene yanında kaldığını ve ona pek çok şeyler öğrettiğini, ardından Van Valisinin Nursî’yi kendisine göndermesini istediğini, onu bazı ilimlerle yetiştirdikten sonra, Şarktaki medreselerin dini ilimlerin yanısıra müsbet ilimlerin de öğretileceği yeni medreseler açılmasının gerektiğini anlatması için Sultan Abdulhamid’e gönderdiğini …
Cevap: Ali Akın Bediüzzaman’la yakından ilgilenen iki üç validen bahsetti ki kendisi bu valilerin “müktesebat” sahibi, yani ilim erbabı olduklarını da söylüyor. Bu valiler Said Nursî’yi yıllarca konaklarında, maiyetlerinde bulundurmuş, ilmî çalışmaları için destekleyip ona yardımcı olmuş ve kütüphanelerini tahsis etmişler. İlimden cidden nasiplenmiş ve paşalık rütbesindeki bu devlet ricali, üstün özellikleri olmayan, ilim, emanet ve ehliyet sahibi görmedikleri, kâbil-i hitap saymadıkları kişileri muhatap alır mıydı? Öylesini yanlarında bulundurur mu? Konaklarına alır ve âile efradı ile bir araya getirir miydi? Bu valiler liyâkat sahibi olmayan birini Sultan II. Abdulhamid’e gönderir miydi? Ali Akın bu iddiasında kendi beyanıyla çelişkiye düşüyor.
İddia: Nursi’nin İstanbul’a gelip burada İttihatçılarla acaip işler yaptığını, Fatih Camisinde ittihatçılar lehine vaazlar verip konuşmalar yaptığını …
Cevap: Ali Akın Bediüzzaman'ın İttihat ve Terakki Cemiyetine girmesinin ve kuruluş amacı dışına çıkmasıyla ayrılmasının sebebini anlatmıyor ve olayı çarpıtıyor. Belli ki o konuda mâlûmatı yoktur. Bediüzzaman ilk başlarda hürriyeti, meşrutiyeti, adem-i merkeziyeti, adaleti savundukları ve ayrıca istibdat yönetimine karşı oldukları için bu esaslarda İttihatçılarla beraberdir. Bu gayesinin fikri temellerini Kur’an ve hadislere dayandırır. Ancak, İttihatçıların gücü elde edince bu amaçlarından saptıklarını ve önceleri karşı oldukları baskıcılığa meylettiklerini görünce onlarla yolunu ayırır. Sebebini ise, "Ben onları değil, onlar beni terk etti, yani onlar, başlangıçta hemfikir olduğumuz prensipleri terk ettiler." sözleriyle açıklar. Bu konu hakkındaki görüşleri gazete yazılarında, Eski Said Dönemi Eserlerinde, Münazarat ve Divan-ı Harb-î Örfî gibi kitaplarındadır.
İddia: Emin Saraç ve arkadaşlarından nakil ile, Diyanet İşleri Başkanlarından Ömer Nasuhi Bilmen’e Said Nursi hakkındaki kanaati sorulduğunda “Bana o adamı sormayın” diye öfkeyle cevap verdiğini, sebebi sorulunca da “Nursi’nin Fatih Camisindeki vaazlarının birinde İttihatçıları ölçüsüz biçimde övüp Allah, Muhammed ve hulefa-i raşidinin isimlerinin yazılı olduğu levhaların camilerden kaldırılıp yerlerine İttihatçı liderlerin isimlerinin yazılmasının “seza” olduğunu söylediğini …
Cevap: Bütün hayatı boyunca bid'alara karşı mücadele eden bir kimseyi Fatih Camii gibi bir selâtin camisinde, üstelik bir kısmı da mason olan kişilerin isimlerinin yazıldığı levhaların asılmasını seza görmek, yalan ve iftiranın ötesinde bir utanmazlık, bir alçaklıktır. Ömer Nasuhi Bilmen'in Said Nursî aleyhine yazılı olarak veya emin bir insanın aktardığı beyanı, güvenilir hiçbir kaynakta yoktur. Bilâkis, Said Nursî, Diyanet İşleri Reisliği sırasında “eski medrese” arkadaşı olan Bilmen'den iman-ı tahkik dersleri veren Risalelere sahip çıkılmasını istiyor.
Ayrıca, o keyfi ve hukuksuz idareler zamanında bile, ne Bilmen döneminde ne de sonrasında, yıllar yılı Risale-i Nûr ve talebeleri aleyhine açılan ceza davalarında, baskılara rağmen mahkemelere bilirkişilik yapan Diyanet görevlilerinin hiçbirinin Nurlar hakkında menfî beyanları olmamıştır. Aksine, pek çok defa medih ve senâ edilerek dava konusu eserlerin çok faydalı imânî, İslâmî ve ahlâkî oldukları defalarca rapor edilmiştir.
Bilmen’in talebelerinden eğitimci ve yazar Vehbi Vakkasoğlu, hocasıyla Said Nursî hakkındaki şu bilgiyi aktarıyor: "Hocamız Ömer Nasuhi Bilmen, Bediüzzaman'ın eserleri olan Risale-i Nûr aleyhindeki bir rapora imza atmamak için Diyanet İşleri Başkanlığından istifa etmiş." Allah'tan korkun Ali Akın! Aleyhinde bir rapor vermemek için Diyanet Riyaseti makamından istifa etmek nerede, Nursî hakkında sorulan bir soruya kızarak, bağırıp çağırarak karşılık vermek nerede!..
Bununla ilgili birkaç nakil daha yapalım: Erzurum’un hatırı sayılır ulemasından Mehmed Kırkıncı Hocaefendi, Ömer Nasuhi Bilmen'e Bediüzzaman'ı sorduğunda şu cevabı almıştı: “Bediüzzaman ile Dâr’ül Hikmet-ül İslâmiye’de iken tanışmıştım. Bütün İstanbul ulemâsının takdirlerini kazanmıştı. Ben bizzat birkaç kez sohbetinde bulundum. O dönemde yazdığı bütün makalelerini okudum. Fikirlerinde fevkalâde bir tesir vardı. Telif ettiği eserlerden yalnızca Sözler isimli eserini mütalâa ettim, harikulâde bir eserdi. Doğrusu, ilm-i kelâmda bir tecdit hareketi yaptı. İmanın bütün rükünlerini kemâl-i vuzuhla ortaya koydu. Cenāb-ı Hak bu millet-i İslâmiyeyi sahipsiz bırakmamıştır. Her asırda büyük müçtehitler, mücedditler ve mürşitler göndermiştir. Bediüzzaman da o zatlardan birisidir. O, cebir ve kuvvetin, zulüm ve tahakkümün hükümferma olduğu bu devirde gönderilmiştir."
Bir nakil de Salih Okur'dan: Merhûm Ömer Nasuhi Bilmen, “Bediüzzaman'ın eserlerinde neden bu kadar kuvvetli bir tesir olduğunu” soran öğrencilerine şu cevabı vermiştir: "Evlâdım, biz müellifiz. Bir mevzuu araştırır, o husustaki bilgileri toplar, bir nizam içinde düzenler ve yazarız. Fakat Bediüzzaman böyle değildir. O, ilhama mazhardır. Onun kulağına yukarıdan fısıldayan var. Biz ise, kendi emeğimizin mahsûlünü derleyip toplayıp yazıyoruz. Bu sebeple, bizimki böyle olur, onun ki de öyle olur."
İddia: … bunun üzerine akıl hastanesine sevk edilir. Fakat Enver Paşa ve diğer İttihatçılar deli raporu verdirerek onu........© Risale Haber
