Gecenin Üçte Biri
İlâhi mârifetin hazinelerine kavuşmuş ve evc-i âlâ’ya yükselmiş bahtiyarlardan biri de “Mârifetnâme”nin müellifi, ceddimiz Erzurumlu İbrahim Hakkı’dır.
Hikâyesi epeyce uzundur; Hazretin babası Derviş Osman’ın gördüğü bir rüya üzerine, çocuk yaşta öksüz kalmış oğlunu yanına alarak, Süryanice “Yüksek Ruhlar” anlamındaki, cennet kokulu beldeye, Tillo’ya getirmiş. İbrahim Hakkı, “Yüksek Ruhlu” Şeyh İsmail Fakirullah’ın terbiyesi ve nezareti altında, kendi çağının maddi ve mânevi ilimlerini çok ileri seviyede tahsil etmiş ve ömrünün sonuna kadar da burada yaşamış.
Hazret, “Ey dide (göz) nedir uyku gel uyan gecelerde” diye başlayan bir şiirinde bize mârifetin zirvelerinde seyerân etmenin sırlarını veriyor: “Bul Sâni’ini ol ana hayran gecelerde / Çün gündüz olursun nice ağyâr ile gâfil.”
Gündüzün hay-huyu içinde, ha şu iş ha bu uğraş derken akıl da, zihin de, kalp te nice meşgalelerle Rabbinden gâfil kalabiliyor. Fakat yeryüzündeki canlı-cansız her varlığın karanlığın örtüsü altına girdiği, uykunun ve gafletin canlılığın üzerine çöktüğü, her şeyin susup sessizliğe gömüldüğü gecelerde aklı, kalbi ve ruhu hüşyar olan, Sâni’ini bulabilir ve onun hayret veren tasarruflarını hayranlıkla tefekkür edebilir.
O sonsuz şefkat ve merhamet sahibi, “Şefkatle nidâ eyliye Rahmân gecelerde.” Kullarını şefkatle rahmetine davet ediyor. O sebeple “Cümle geceyi uyuma Kayyum’u seversen / Taa hay olasın Hay ile ey cân gecelerde.” O her an diri ve kendisini uyku tutmayan Hayy-ı Kayyum Allah-u Teâlâ, geceleri hay olan, ölümün kardeşi olan uykuyu terk ederek geceleri canlı, diri ve uyanık olarak ihyâ eden “Gönlün gözüne görüne, ey can, gecelerde.”
Hele ki, “Dil Beyt-i Hüdâ’dır anı pak eyle sivâdan.” Yani, insan gönlünü masivâdan pir u pak eylemiş ve âyine-i Samed olan kalbini de Allah’ın evi kılmış, Hüdâ’ya beyt eylemiş ise, Rahman oraya gelmez mi?!..
İşte Yüceler Yücesi Allah-u Teâlâ o insanın “Kasrına (gönül sarayına) nüzûl eyler, o Sultan, gecelerde.” Sultan ihtişam ve azametiyle derme-çatma, iğreti, yamuk ve çürük kulübelere değil, ancak saraylara girmeye lâyıktır. Bu itibarla gönüllerimizi Sultan’a saray eylemeli değil miyiz; ve gecelerde, sadece ve yalnızca onu mihmân, yani misafir ederek…
Gecelerde o Hay (Allah) ile hay (diri ve uyanık) olmak ne hoş, ne güzel ve ne bereketli imiş, ahh bir bilsek! Buhari'de geçen bir hadis-i şerif şu meâldedir: “Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ, her gece, gecenin son üçte biri kaldığında dünya semâsına iner (rahmet nazarıyla bakar) ve şöyle buyurur: 'Bana duâ eden yok mu, duâsını kabul edeyim! Benden isteyen yok mu, ona (dilediğini) vereyim! Benden mağfiret isteyen yok mu, onu bağışlayayım!”
Demek ki Sultan’ın şefkat ve merhametinin kabarıp cömertliğinin, rahmet, bereket, ihsan ve ikramlarının coştuğu vakitler geceler imiş. İlk yarısı değil de gecenin son üçte biri…
Sırdaş ve yakın dostların birbirlerine mahrem sırlarını açması misali, sırlı hakikatlerin, hakikatin inceliklerinin, inceliklerin geniş ve derin mânâlarının hassas ve samimi kalplere fısıldandığı, kalp gözüyle gören uyanık göz ve gönüllere gösterildiği hususi vakitler geceler imiş. Gecenin hem ağır hem karanlık peçesini kaldırıp üzerinden atarak gözüyle ve gönlüyle uykudan........
© Risale Haber
