Toplumsal krizler nasıl çözülür?
Hakka hizmet, büyük bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir.
O defineyi taşımak için, kıskanmak şöyle dursun, gayet samimane bir muhabbetle ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar, daha ziyade memnun olunmalı ve iftiharla kabullenilmelidir.
Maalesef birçoğumuz nefsin esareti, gurur ve enaniyetin toprağı altında olduğumuzdan bu pek mümkün olamıyor.
Halbuki bizim muhabbete, samimiyete, birlik ve beraberliğe, yardımcı kuvvetlere ne kadar da çok ihtiyacımız var.
Her insan hakkı sever, hakperest olmak ister. Fakat sadece istemek yetmiyor. Çünkü çoğumuz tasallutu altında olduğumuz nefislerimizi razı etmekte zorlanıyoruz. Hakkın hatırı için, nefsinin hatırını kırmak, razı ve memnun olmak büyük bir fazilettir.
Dünyadaki bütün krizler; “ben haklıyım, ben doğruyum, ben en iyisini bilirim, ben kazandım”, gibi devam eden nefsin gururundan ve enaniyetin dayatmalarından ortaya çıkıyor.
Kur’an, nefsin bu firavunluğunu kırmak, insanı güzel ahlakla süslemek ve kemale ulaştırmak için nazil olmuştur.
Gaflet perdesi çoğu zaman bu mükemmel hayat programına kulak vermemize engel olduğundan, krizlerin en büyükleriyle boğuşmak zorunda kalıyoruz.
Yalancılık, ümitsizlik, düşmanlık, kıskançlık, şahsi menfaatleri daima önde tutma gibi menfi duyguların esiri olduğumuzdan, manevi atmosferimiz zehirlenmekte ve ahlâkî çöküntüye maruz kalmamıza sebep olmaktadır.
Kur’an, “Akıl etmiyor musunuz?”, “Düşünmüyor musunuz?”, “İbret almıyor musunuz?” gibi şiddetle emirler/rahmetler yağdırdığı halde, hem şahıslar olarak, hem de İslam dairesindeki birçok dini hizmet, meşrep ve mesleklerde, sosyal ve siyasi hayata bakan sivil toplum kuruluşları ve siyasi partilerde, analitik düşünme ve sorgulama kabiliyetleri neredeyse yok denecek kadar azalmış durumdadır.
Doğru yolda mıyız? Sadece biz mi haklıyız, başkaları haksız mı? Müsbet hareket ediyor muyuz? Mesleğimizin muhabbeti yerine, daha çok başkalarını........
© Risale Haber
