Risâle-i Nurlara atılan tahrifat iftirası!
Risâle-i Nurların telif müddeti yaklaşık olarak otuz üç yıldır. Lüks odasında, masasının başına geçip döner koltuğuna oturan Hazret-i Üstad, az önce yardımcısının doldurup yanı başına koyduğu porselen fincandan ilk yudum kahvesini içtikten sonra, yaklaşık iki saat kadar, son model Apple bilgisayarıyla yeni bir risaleyi yazmaya başlar. Nihayet canı sıkılır ve şoförünün kullandığı lüks otomobiline atlayıp birkaç saat çarşı pazar dolaşır, vitrinlere bakar, lüks bir lokantada akşam yemeğini yer ve mâlikanesine geri döner. Yatmadan önce de o gün yazdıklarını son bir defa gözden geçirir, ufak tefek tashihatlar yapar. İşte bu tashih edilmiş nüsha ertesi gün matbaaya gidecek, ileri teknoloji ofset olarak on binlerce nüsha basılacak ve kıyamete kadar hiç dokunulmadan o şekilde neşredilmeye devam edecektir...
Ne hoş bir hülya, değil mi? Peki hakikat öyle mi? Hayır...
Bediüzzaman Ankara irade ve idaresinin zulmen attığı hapishanelerin birinde, camları kırık bir koğuşta yalnız başınadır. Koğuşta soba yok, ikinci bir soluk yok, doğru dürüst ışık yok. Dışarıda eksi yirmi sekiz derece zemheri soğuğu hükümran... Rüzgâr ıslıklayarak giriyor pencerelerden. Zaman ve çektiği çile damarlarını kurutup kas ve kemiklerini eritmiş; bir deri, bir kemik kalmış.
Nasılsa talebelerinin ulaştırdığı kırık bir kalem ve kâğıt parçalarına, gardiyan ve nöbetçilerin bakışlarına yakalanmamaya çalışarak, çöktüğü köşede, titreme nöbetleri içinde yeni bir risâle telif ediyor. Ya biten kâğıt, ya tükenen kalem sebebiyle telif inkıtaa uğruyor. Aldırmıyor...
Yazdıklarını itina ile katlayıp bir kibrit kutusunun içine yerleştiriyor. Kimsenin görmediğine emin olduktan sonra camı kırık pencerenin birinden dışarıya atıyor. Orada bekleyen fedâkâr talebelerinden biri, kibrit kutusunu kıymetli bir mücevher gibi havada kapıp takip edilen suçluların hâlet-i ruhiyesi içinde koşarak, gizlenerek bir şekilde eve varıyor. Üstad'ın yeni........
© Risale Haber
visit website