Soner Yalçın'ın Potları, Boyunu Kaç Kat Aşmış?
Araştırmacı olmak, hele araştırmacı gazeteciliği hakkını vererek yapabilmek, zor ama o kadar da onurlu ve zevkli bir iş. Az da olsa bunu tatmış ve yaşamış biri olarak söylüyorum. Özellikle başkasının hakkında yazıp konuşurken, birilerinin dolduruşuna ve yanlış bilgilerine bodoslama dalarsan, namusunu da haysiyetini de kaybeder; farkında bile olmadan, sadece bazı tağutların kalemşörü olur, çıkarsın. Orada da kalmaz, kendini düzeltip hakkında yalan yanlış konuştuğun, yazdığın kişi ve topluluktan özür dilemezsen, ömür boyu esfele doğru hızla gidersin. Basın tarihimizde, bunun örnekleri olmuş ve hâlen de var. Yakın geçmişe şöyle bir bakalım. Nice gazeteci, yazdıklarıyla başta vicdanlarda mahkûm olmuş hâle gelmiştir kim bilir?
Yalan ve yanlış yazmanın, bilginin olmadığı konularda kalem oynatmanın insanı nasıl madara ettiğini yaşadığım bir örnekle anlatayım. 1997 yılıydı zannederim. O zamanki Sabah gazetesi, okuyucusuna tava, tencere veriyor ve 600 bin civarında satıyordu. Sonradan kültür bakanı da olan Ahmet Tan da o gazetede yazı yazıyordu. Bir yazısını da Said Nursi'ye ayırmıştı. Uzun yazıda, bir sürü saçmasapan ve asılsız bilgilerin yanında bir iddiası da güya Said Nursi'nin Doğudaki talebelerine "evlenin", Batıdaki talebelerine de "evlenmeyin" telkin ettiği idi. Böylece Doğudaki artan talebeleriyle bir Kürt devleti kurmayı amaçlıyormuş.
Telefon açtım, bu anlı şanlı gazeteci arkadaşa. Yazısındaki iddiaların asılsız olduğunu ve Said Nursi'nin yakın talebeleriyle devamlı görüştüğümü, kendimin de Doğulu bir nur talebesi olarak böyle bir iddiadan habersiz olduğumu ilettim ve bunun kaynağını sordum. Kaynak olarak ne derse, inanırsınız? Bir profesör arkadaşı imiş.
"Peki, bu yanlış bilgiyi altı yüz bin kişi okudu. Sen de bu yalanı yazarak büyük bir vebale girdin. Şimdi sana yakışan, bunu düzelten bir yazı yazmaktır" dedim. Buna cevap olarak ne dediğini tahmin edebiliyor musunuz? "Hocam, biz altı yüz bin satıyoruz ama o kadar kişi bu gazeteyi okumuyor ki." "Peki", dedim; "yarısı kadarı okusa bile, yine mesulsünüz." "Yarısı da okumuyor" dedi bu sefer. Bu anlı şanlı gazeteyi kaç kişi okuyordu o zaman? Ahmet Bey ile, pazarlığımız sürdü ve gazeteyi okuyan sayıyı on beş bine kadar düşürdü Ahmet Tan. Sonra bir özür yazıp yazmadığını takip edemedim ama yaptığı yanlışı da iyice anladı.
Şimdi de çok sattığını ilan eden, ne kadar okunduğunu daha test edemediğimiz bir gazetede yazılar yazan, kalemini azgın ve saldırgan tağutun emrine verdiği anlaşılan, başlıkta ismini verdiğimiz bir arkadaş var. Eylülün ilk haftasında yazdığı yazılarında, öyle haltlar işleyip baltasını öyle taşlara vurdu ki ne kalem haysiyeti bıraktı ne de gazetecilik şerefi.
Doksan yıldır Barla'nın Çam Dağında, oraya gidenlerce sesli bir şekilde yapılan bir namaz tesbihatından daha yeni haberdâr olan bu arkadaş, bunu teğmenlerin kılıç kaldırmasıyla kıyaslayarak, "teğmenleri gündem yapıyorsunuz da bu tespihatı niye gündem yapmıyorsunuz" diye soruyor. Bunu vesile ederek de Said Nursi'yi ve nur talebelerini, uluslararası tedhiş örgütü feto........
© Risale Haber
visit website