Ölülere Kur’an Okumanın Faydasına Dair Bir Tahkik
Soru: Kur’an-ı Kerim’in ölülere okunmasında fayda var mıdır? Varsa nelerdir? Mesela Yâsin suresi veya 11 İhlas ve Fatiha okumak gibi…
Cevap: Bu sorunun cevabını tam vermek için Kur’anın kimin sözü olduğunu iyi bilmek gerekir. Kur’an maddi ve manevi sayısız âlemlerin Rabbi ve terbiyecisi olan Allah’ın sözüdür. Hem geçmiş ve geleceğin Hâkimi olan Allah’ın fermanıdır. Hem dünya ve Âhiret’in, berzah ve mahşerin Mâliki olan Allah’ın kanun ve mucizesidir. Hem bütün yarattıklarını seven ve geliştirmek isteyen Rahmân olan Allah’ın bütün insanlara ve cinlere dersidir... Hem Kur’an kalb ve ruhu hastalananlara bir şifa, akılları şaşkınlığa düşmüşlere bir kılavuz ve ruhları maddiyatta bunalmışlara bir oksijen çadırıdır. Bunlar gibi binlerce yönler hesaba katılsa anlaşılır ki Kur’an, insanın maddi ve manevi açıdan diri olarak bulunduğu bütün âlemlere hitap eden kuşatıcı bir Kitab’dır. Sonsuz ve kuşatıcı bir ilim ve hikmet hazinesinden insanlık âlemine rahmet ile nüzul etmiştir. İçerdiği hükümler insanların maddi hayatını düzenlediği gibi maddi hayattan ziyade manevi hayatını da düzenler. Öyle de olmalıdır. Çünkü maddi hayat, manevi hayatın düzgünlüğü ile bir işe yarar ve netice verir.
Kur’anın ölülere yarayıp yaramadığı konusunu Hz. Peygamber (ASM) bir hadis-i şerifiyle açar: “Rabbini zikreden kimse ile, zikretmeyen kimsenin benzeri diri ile ölü gibidir.”[1] Kur’an, en büyük zikirdir. Hz. Peygamber (ASM) Kur’an’ın zikir boyutuyla, hayat verici olduğunu vurguluyor. Bu nokta-i nazardan bakıldığında, eğer kabirdeki kişiler, bazı sapık fikirlilerin Kur’an’a aykırı olarak dediği gibi, ruhen de ölmüş olsa Hz. Peygamber’in (ASM) tespiti üzere Kur’an ona manevi bir hayat verir. Bu açıdan Kur’an ona yarar sağlar. Eğer ruhun yapısını bilen ve ruhun ölümünün rahmet noktasında imkânsız olduğunu fark eden Ehl-i Sünnet âlimleri ve ruh uzmanlarını temel alırsak Kur’anın manen diri olan kabirdeki her bir ruha hem bir şifa hem bir rahmet olduğu kolayca anlaşılır.[2]
Kur’andaki “Küllü nefsin zâikatü’l-mevt”[3] ( Her nefis, ölümü tadacaktır ) âyetleri, ruhun ölmeyeceğini; nefsin öleceğini alenen ifade ediyor. Nefis, kandan meydana gelen ve nefes alıp veren yapı demektir. Demek ki beden ölür, ruh uçar. Yunus Emre’nin (KS) dediği gibi:
Ölür ise ten ölür
Canlar ölesi değil.
Bu mevzuya şöyle de bakabiliriz: Biz şu an ruh ve cesed beraberiz. Okuduğumuz Kur’an ruhumuza nur, kalbimize feyiz, aklımıza ilim, nefsimize telkin, cesedimize ise sükûnet, tertemiz bir kan ve bol oksijen sağlar. Kişi öldüğünde ise, bedeniyle ruhu ayrılırlar. Tıpkı uyuyan kişinin ruhunun cesedinden ayrılması gibi…[4] Eğer uyuyan kişi uykusunda ölseydi, ruhu da gittiği âlemde kalırdı. O rüya âleminden, ilk olarak misal âlemine sonra da berzah âlemine götürülürdü. “Ve enne’s-sâate âtiyetun lâ raybe fîhâ ve ennallâhe yeb’asu men fî’l-kubûr.”[5] ( Kıyâmet saati ve ânı hakikaten gelecek ve Allah, kabirlerde bulunan her şuurlu kişiyi diriltecek ) âyeti, kabirde bulunan kişinin şuurunun kapanmadığını gösterir. Arapça’da “men” zamiri, şuur sahipleri için kullanılır. İnsanın şuuru, uyku esnasında, dış dünyaya kapanıp manevi âleme açılır. Hadisin bildirdiği üzere ölüm, uykunun kardeşidir.[6]
Uykuda, uykuda olduğunun farkında olan kişi açısından uyku ile girilen âlem gerçek âlem değildir. Bu kişi, dış dünyadan gelecek tepkileri duyabilir bir pozisyondadır. Şuuru bu dünyada kalıp cismi ölen şehidlerin durumu buna benzer. Bu açıdan Kur’an şuuru bu dünyaya kapanmayan, bu âlem ile bağları kopmayan ruhlar olan şehidlere “ölü” demeyi yasaklar.[7] Gerçek ölü dediğimiz kişiler ise, uykuda olup uyuduğunun farkında olmayan, dış dünya ile bağı tamamen kopan ruhları ifade eder. Fakat insan “derin uyku halinde” dahi dış dünya ile etkileşim içindedir. Onu ısıran sineği, sırtına sağlanmış bir mızrak olarak algılar.[8] Bu açıdan ölen bir kişinin dış dünya ile her halükârda bağlantısı vardır. Gerek şuur-üstü planda gerek şuur-altı cihette… Madem şuur hakikati, tamamen uyanıktır. Ve dış dünya ile alış-verişi olan yapıdadır. O halde kabirdeki her ruh, ister şehid ister mevta olsun, dış dünyadan etkilenir. Onun evi hükmündeki mezarını ziyaret edip kendisiyle temasa geçmeye çalışan kişi ile arasında alış-veriş olur.
Ölen kişinin manevi diriliğine göre bu ziyaret, maddi ziyarete yakın tesir uyandırır. Bir hadis-i şerif bunu bize açar. Hz. Peygamber (ASM) der ki: “Beni vefatımdan sonra ziyaret edenler, hayatımda ziyaret etmiş gibidir “[9] Hem Kur’anın “Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyiniz. Onlar diridirler. Fakat sizin şuurunuz bunu idrak edemez”[10] âyetinden yola çıkarsak mesela Hz. Hamza’nın (RA) veya Ulubatlı Hasan’ın kabrini ziyarete gitmek, bir diriyi ziyaret etmektir. Onlara ölü diye bakmak, Kur’ana göre haramdır. Okunan Kur’an ise iki diri taraf arasında hediyeleşmedir.
Bu açılardan bakılınca şunu rahatlıkla diyebiliriz: Ruhun şuurunun yerinde olduğu, diğer ruh sahipleriyle maddi ve manevi temasta olduğu bu dünyada Kur’anın şifa ve rahmet olarak insana fayda verdiği tecrübeyle sabit ve nass-ı Kur’an ile kat’idir. Buna mukabil ruhun şuurunun açık olduğu, manevi........© Risale Haber
visit website