Kötülüğün Kaynağı, İman-Amel ve Günah Bağlarına Dair Bir Tefekkür
Soru: Said Nursi’nin kötülük hakkında kaleme aldığı 13. Lem’a isimli Hikmetü’l-İstiaze Risalesinin 7. İşaretini izah edebilir misiniz?
Cevap: Bu bölümde 2 soru ve sorun var:
a) “Şerrin yaratılması…” Yani şerrin varlığı, ebedî cehenneme, dünyevi ve uhrevi zararlara yol açtığından böyle çirkin ve zararlı bir şeyi ‘ Her yarattığı sanatlı ve dolayısıyla güzel olan, hem rahmeti Kur’anda açıkça belirtildiği üzere her bir şeyi kaplayan Allah’ın yaratması ’ meselesi… Mutezile imamları, kullarının hayrını isteyen Allah’ın böyle çirkin bir şeyi yaratmayacağı noktasında tıkanıp kalmışlar… O yüzden şerri, Allah’a layık görmediklerinden, “Sübhanallah” lafzının manası olarak “Hayırlar Allah’tan; şerler ise yarattıklarındandır” diye bir anlayışa kapılmışlar. Makul de göründüğü için saplanıp kalmışlar…
b) “İman-takva ilişkisi…” Mutezile imamları “Takvasız iman olamaz. Madem dünyevi küçük bir âmirinin bir tehdidiyle bir insan ufak bir yanlışı terk ediyor. O halde Ekber olan Allah’ın, ebedî Cehennem gibi dehşetli hapishanesi olduğunu imanıyla bilen bir adam, Cehennemden takva ile çekinmeyip büyük günahlara girse; Ekrem olan Allah’ın 1000 ayetinde vaadi anlatılan Cenneti kazanmak için amel etmese, bu onun kalbinde iman olmadığı anlamına gelir” diye bir fetva vermişler. Bu yüzden büyük günah işleyene Mu’tezile grubu “ne mümin ne de kâfir” diye bakarlar.
Bir konuda Kur’anda cevap varsa, ilk söz onundur. Eğer Kur’anda bir hüküm yoksa hadislere; onlarda da yoksa bu sahada söz sahibi olan sahabe, tâbiîn ve mezhep imamlarının sözlerine ve eserlerine bakılır. Kur’anı incelediğimizde bu konulara dair âyetler olduğunu görebiliyoruz:
4/NİSÂ-77: Daha önce kendilerine, “(savaşmaktan) ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin” denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca, hemen içlerinden bir kısmı; insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve “Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin ya!” derler. De ki: “Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah’a karşı gelmekten sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez.”
4/NİSÂ-78: Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Onlara bir iyilik ve güzellik gelirse, “Bu, Allah’tandır” derler. Onlara bir kötülük ve çirkinlik gelirse, “Bu, senin yüzündendir” derler. (Ey Muhammed!) De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!
4/NİSÂ-79: Sana ne iyilik ve güzellik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük ve çirkinlik gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.
Bu âyetler sorunun ilk şıkkının cevabını veriyor. 78. Âyet, yaratma noktasında, iyilik ve kötülük ne varsa, her şeyin Allah’ın kudretine bağlı olduğunu ve Ondan olduğunu ifade eder. 79. Âyet ise, iyilik ve kötülüğün mes’uliyet kaynaklarını bildirme noktasında bir ayrıma gider. Bu ayrım “Allah kulları için küfürden râzı değildir”[1] gibi âyetlere dayanan bir sınıflandırmadır. Aksi takdirde aynı konuda art arda 2 âyet çelişmiş olurdu.
İyiliği isteyen ve talep eden, Allah’tır. Fakat kötülüğü isteyen ve hak eden kuldur. Bir şeyin şer oluşu, kula temas eden ve kulu ilgilendiren kısım itibariyledir. Bu yüzden kişisel ve cüz’îdir. Bütün herkes için geçerli olsaydı, küllî olurdu. Said Nursi bu meseleyi izah için ateşi misal veriyor. Bir hakikat olarak diyebiliriz ki bir şeyin varlığının şer olması için, ya ondan çıkacak büyün şeyler şer olmalı veyahut ondan çıkan şeylerin çoğunluğu şer olmalı… Oysa ateşin zararı onunla bulaşan haylazlara, dikkatsizlere, ihmalkârlaradır. Bunun haricinde ateşin zararı insana yoktur. Çünkü ateş, hür iradeli bir canlı değildir. İnsan, akıl ve tedbiriyle ateşten korunduğu gibi, ilim ve hikmetiyle ondan faydalanır ve her işinde onu kullanır. Sanayiden tutalım, yemek yapmaya ve ısınmaya kadar… Bir ateş kaynağı olan güneşin dünyayı ısıtması ve hayatın kaynağı ve koruyucusu olmasına kadar… Bu cihetten Bediüzzaman diyor:
Bir adam ateşi kendine bela etse, ateş de onu yaksa ‘Ateş, ona zararlı ve şerli olur. Fakat külliyen şer olamaz. ’ Bir insanın bir nesne ile teması sonucu ortaya çıkan iyi ve kötü sonuca yol açmasına itikad âlimleri, “kesb” (kazanma) demişler. Allah’ın bir şeyi varlık âlemine çıkarmasına ise “halk” (yaratma) demişler. İlâhî ve abdî fiilleri ayırmışlar. Kur’an Âmene’r-Resulü’de bu noktayı şöyle anlatır: “Lehâ mâ kesebet ve aleyha mektesebet”[2] (Kişinin kazandığı hayırlar, lehinedir. Kendi iradesin net gözüktüğü ve bir kazanç olan kötülükleri ise, onun aleyhinedir.) Bu noktada Said Nursi can alıcı noktaya geliyor:
“Ateşten yaratılan, yıkıcı mahiyette olan şeytanların varlığı şer midir, değil midir? Allah kullarının Cehenneme girmelerini mi istiyor ki, şeytanları var etmiş ve var olmalarını istemiş?” Said Nursi bunun izahını diğer bölümlerde yapmakla birlikte ateşteki aynı durumun şeytanlar bahsinde de geçerli olduğuna işaret ediyor:
“Yani şeytan denilen şuurlu ateşe bulaşırsan, ona tabi olursan şeytanın varlığı şerdir. Ondan uzak durursan onun varlığı bilakis hayırlıdır. Çünkü onunla mücadele ile ebediyeti hak edersin. Daha dünyada iken ebedî zevkleri ve lezzetleri tadabilirsin. İnsanların şeytana mağlup olmaları şeytanı ve dolayısıyla Cehennemi onlar hakkında şer yapar. Yoksa sonuç itibariyle ve diğer neticeleri noktasından bakılırsa şeytan da, Cehennem de hayırlıdır, hayırdır.”
Hapishaneleri misal verirsek, hapishaneler hem mahkûmlar için hayırlıdır. Çünkü onları kötülükten engelleyip onlara ıslah olma imkânı veriyor. Zaten sonra çıkıyorlar. Ayrıca mağdurlar ve mazlumlar için nimettir. Çünkü zararlı insanların şerrinden, baskısı ve zulmünden kurtulup nefes alıyorlar. Gönül ister ki, kimse hapse düşmesin. Fakat insanların hür iradesi, onlara dünyayı zindana çeviriyor. Kendine hâkim olmayı öğrenmesi için “Bir musibet, bin nasihatten iyidir” manasını acısını çekerek yaşayınca anlıyoruz. İnsan olarak böyle garip bir canlıyız.
Eğer Mutezile imamlarının dediği gibi olursa bir Hayır İlahı, bir de Şer İlahı algısı ortaya çıkar. Bu algı ise, Mecûsiler’de olan bir yanılgıdır. Onlar da böyle bir yola girmişler. Derin ve sırlı olan bu meseleleri çözemedikleri için, akılları boğulmuş. Farkında olmadan şirke girmişler ve ısrarla şirki savunmuşlar. Allah’ı tenzih ve takdis edeceğim derken, Allah’a ortak koşma yoluna girmişler. Bu, şeytanın sağdan yakınlaşmasına bir misaldir. Bir de ilim yolunda olanlarda görülen enâniyet de olunca,........
© Risale Haber
visit website