İlim ve Kudsiyet-4
Kur’an'ın Anlaşılmasında Alt Yapı Olarak Taharet ve Tezkiye
Kalbin tahareti ve nefsin tezkiyesi, kudsi olan Kur'anın ilim ve hikmetlerinin anlaşılması, açılması ve hissedilmesi açısından zorunludur. Vâkıa suresinde Rabbü’l-âlemîn bu yönü şöyle açar: “Birer hidayet yıldızı olan âyetlerin kendisi içinde merkezi olan Kur'ana ve yıldızların mevkilerine yemin olsun! Eğer bilirseniz bu yemin çok büyük, maddi tesiri olan bir mesele hakkındadır. Evet muhakkak o, Kur’an-ı Kerimdir. Ki, fıtraten mükerrem ve değerli olup daima hak ve hakikati arayan insanoğullarına rahmet tarafından indirilmiştir. O Kur'an, saklı bir kitaptadır; saklı bir inci gibidir, güzelliği gizli bir huriye benzer.” (Vakıa sûresi, 75-78) Sonraki âyette Rabbü’l-âlemîn şöyle buyurur: “La yemessühü ille'l-mutahharûn” (O Kur'an-ı Kerîm’e mutahhar olmayan, Allah tarafından ihlas verilmekle temizlenmeyen, kirli olan kalpler temas edemez; o güzellik hurisine yaklaşamaz; o saklı güzelliği göremez ve mukaddes manaları anlayamaz ve onlara dokunamaz.) Bu âyet “Cismi abdestle temizlenmeyen, Kur’anın cismine; kalbi manevi gusülle temizlenmeyen Kur'anın manasına temas edemez” der. Ki âlimlerimiz fıkhî boyutunu, âriflerimiz de manevi boyutunu bu şekilde beyan etmişlerdir.
Üstad Bediüzzaman Kur'anın manalarının açılması noktasında bu âyetlerin tefsiri mahiyetinde şöyle der: “Kesinlikle müşahede ettim ki: Kur'anın cemâlini müşahede etme kalbin selamet ve sıhhatine tabidir. Bundan dolayı kalbinde maraz olan bir kişi Kur'anın cemalini göremez. Onun nazarı ancak kendisine çirkinleştirdiği bir suret gösterir. Kur'anın üslubu ile, ki kalıb-ı kelamdır, kalb iki mir’at ve aynadır. Her biri birbirinin içinden akseder.”[1] O Kur’andan o mutahhar kalb kalîbine, kalıb-ı Kuran olan üslubdan hakikat ve hikmet feyizleri akar. Bu noktadan kalbi hırs ve hased ile, yalan ve hıyanetle yaralanmış; harama nazar ve fısk ile kirlenmiş bir münafık ve günahkârın Kur’anı hakikatiyle anlayabilmesi, onun kudsilik taşıyan ilim ve hikmetine erişmesi mümkün değildir. Bu noktaya binaen Üstad Bediüzzaman şöyle der: “Risale-i Nur yoluyla Kur'an-ı Mu’cizü’l-Beyânın daire-i kudsiyesine girenler daima ihlasa huzur, imana kuvvet verecekler.”[2]
Evet Risale-i Nurlar, bir merdiven ve miraçtır.
*Hakikati en külli boyutta ele alan,
*Cüz’î hadiselerin ebedî külli hakikatlerin ucu olarak gerçekleştiğini isbat eden ve bildiren;
*Hakikatin ezeli ve ebedi, mutlak ve kuşatıcı olduğunu ifade eden ve gösteren Kur'anın içine insanları götüren bir vesiledir; gaye değildir.
Kur'anın anlaşılması ve anlaşılmaması noktasında çarpıcı misal olarak Tebbet suresi hakkında Üstad Bediüzzaman ve Mustafa Kemal’in beyanlarını yazacağız. Ta ki Kur'anın kudsiyet âleminin kirli kalplere kapalı olduğu yaşanmış bir numune ile net gözüksün. Üstad Bediüzzaman Risale-i Nurları okuyan hak ve hakikat aşığı bir doktora şöyle bir mektup yazar:
(Nur Risalelerine çok müştak ve onların mütalâasından intibaha düşen (anlayarak okumasından bir uyanışa düşen) bir doktora yazılan mektuptur.)
Merhaba ey kendi hastalığını teşhis edebilen bahtiyar doktor, samimî ve aziz dostum,
Senin hararetli mektubunun gösterdiği intibah-ı ruhî (ruhuna ait uyanış) şâyân-ı tebriktir. Biliniz ki, mevcudat (var edilmiş şeyler) içinde en kıymettar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymettar, hayata hizmettir. Ve hidemat-ı hayatiye (hayata hizmetler) içinde en kıymettarı, hayat-ı fâniyenin hayat-ı bâkiyeye (geçici hayatın sonsuz ve kalıcı hayata) inkılâp etmesi için sa'y etmektir (çabalamaktır). Şu hayatın bütün kıymeti ve ehemmiyeti ise, hayat-ı bâkiyeye (kalıcı hayata) çekirdek ve mebde (başlangıç) ve menşe (çıkış yeri) olması cihetindendir. Yoksa, hayat-ı ebediyeyi (sonsuz hayatı) zehirleyecek ve bozacak bir tarzda şu hayat-ı fâniyeye (geçici hayata) hasr-ı nazar etmek (odaklanmak), ânî (anlık) bir şimşeği sermedî (sürekli) bir güneşe tercih etmek gibi bir divaneliktir.
Hakikat nazarında herkesten ziyade hasta olan, maddî ve gâfil doktorlardır. Eğer eczahane-i kudsiye-i Kur'âniyeden (Kur’anın kutsal eczanesinden) tiryâk-misâl imanî ilâçları alabilseler, hem kendi hastalıklarını, hem beşeriyetin yaralarını tedavi ederler, inşaallah. Senin şu intibahın (uyanışın) senin yarana bir merhem olduğu gibi, seni dahi doktorların marazına (hastalığına ve yarasına) bir ilâç yapar.
Hem bilirsin, me’yus (karamsar ve ümitsiz bir hastaya manevî bir tesellî, bazan bin ilâçtan daha ziyade nâfidir (faydalıdır. Halbuki, tabiat bataklığında boğulmuş bir tabip, o biçare marîzin (hasta ve yaralının) elîm ye'sine (acılı karamsarlığına) bir zulmet (karanlık) daha katar. İnşaallah bu intibahın (uyanışın) seni öyle biçarelere medar-ı tesellî (teselli vesilesi) eder, nurlu bir tabip yapar. Bilirsin ki, ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur. Acaba benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen, malûmatın içinde ne kadar lüzumsuz, faydasız,........© Risale Haber
