menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İlim ve Kudsiyet-3

17 0
16.05.2025

İki Mühim, Hayatî ve Çarpıcı Soru

Sual: Neden Hz. Yusuf (AS) gibi bir peygamber “Vemâ überriu nefsî. İnne’n-nefse le emmaretün bi’s-sûi illâ mâ rahime Rabbî”[1] (Ben nefsimi aklamam. Hakikaten nefis daima kötülüğü emredicidir. Ancak Rabbimin rahmetiyle ben onun şerrinden kurtulabildim) diyerek kendi nefsini, “Emmâre” olarak niteliyor. Oysa Allah onun hakkında haramı terk ettiğinde: “O, ihlasta zirvedir[2] derken? İhlasta zirve olanın nefsi, emmâre olabilir mi? Hem Kur'an’da Allah'ı anma, onu devamlı gönül ve zihin semasında bir güneş gibi tutmaya çalışmaya neden “hatırlama” değil de “Zikr” denilmiş? Bunların sır ve hikmetleri nedir?

El-Cevap: İnsan nefsinin tezkiyesi ve terbiyesi kişide hâlis, sırf Allah rızası için maddi-manevi her şeyden kalb ve ruhunu kurtaracak bir ruh hali uyandırır. Bunun en üst boyutu Allah'ın onu bu zirve hale Kendisinin çıkartıp sabitlemesidir. Hz. Yusuf'un (AS) ve genelde bütün peygamberlerin ortak vasfı budur “İnnehu min ibâdina’l-muhlasîn” (Yusuf sûresi, 24) âyetindeki “İnnehu” (Muhakkak ki Yusuf…) tabiri ve “İbâdina'l-muhlâsîn” (Muhlas kullarımız) tabirleri külli birer kanunu bildirir. Bu noktada peygamberlere ve özelde Peygamber Efendimiz'e yapılan “O (Muhammed), Bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, elbette Biz onu bundan dolayı kuvvetle yakalardık. Sonra da onun şah damarını keser atardık”[3] gibi âyetler de göz önüne alınınca nefs-i emmâre olmadığı zaman dahi kişide aynı vazifeyi devam ettiren bir yapının varlığı gözüküyor. Bu mevzuu düşünmüş ve çözümü bulmuş olan Üstad Bediüzzaman'a sözü bırakıyoruz. O asrî Yûsuf ve muhlas zât şöyle diyor:

Bir zaman, evliya-yı azîmeden (büyük Allah dostlarından), nefs-i emmâresinden kurtulanlardan birkaç zattan, şiddetli mücahede-i nefsiyeler (nefisle savaşmalar) ve nefs-i emmâreden şekvâlarını (şikayetlerini) gördüm. Çok hayret ediyordum. Hayli zaman sonra, nefs-i emmârenin kendi desaisinden (oyunlarından) başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden (kötü ahlakları devam ettiren) ve heves ve damar ve âsab, tabiat ve hissiyat halitasından (karışımından) çıkan ve nefs-i emmârenin son tahassungâhı (sığınağıi kalesi) bulunan ve nefs-i emmâreyi tezkiyeden (arıttıktan) sonra onun eski vazife-i seyyiesini (kötü görevini) gören ve mücahedeyi âhir ömre kadar devam ettiren bir mânevî nefs-i emmâreyi gördüm. Ve anladım ki, o mübarek zatlar, hakikî nefs-i emmâreden değil, belki mecazî bir nefs-i emmâreden şekvâ etmişler. Sonra gördüm ki, İmam-ı Rabbanî dahi bu mecazî nefs-i emmâreden haber veriyor.

Bu ikinci nefs-i........

© Risale Haber