İlim ve Hakikat İlişkisi
Soru: Hakikat nedir ki bütün insanlık hep onu anıyor, hep onu soruyor? Hem hakikat ve hakkın ne farkı var ki veyahut ne ilişkisi var ki hep âlim ve ârifler tarafından kitaplarında beraber kullanılıyor?
Cevap: Hayat ve canlılık sistemi, bir ihtiyaçlar dünyasıdır. Canlılık ruhun maddenin her zerresine işlemesi, ona yerleşmesi, onda kendi hâkimiyetini kurması, kendini hissetmesidir. Maddenin hissiz oluşu gözle görülen bir realite... Üstad Bediüzzaman bu câmidlik ve hissizliği çok vurgulayıp canlılıkta görünen hislere, onların hissediş şeklinde bir yaşayışları oluşuna, hem onların düşmanlarına ve ihtiyaçlarına dikkati çeker. Göz, görme hissinin merkezidir. Göz, sonsuz şeyleri görmeye muhtaç ve en ufak bir kıldan dahi korunmaya zaruret duyacak kadar hassastır. Kulak ve işitmesi, burun ve koklaması, dil ve tatması düşünülse, hem bunların her birinin sayısız şeylerle muhatap olup o sayısız şeyleri, sayısız özellikleri ile kaydetmesi, incelemesi, farklarını tespit etmesi, beyin ve hafızaya, daha ötede gönül ve ruha aktarması ve işletmesi göz önüne getirilirse canlılık ne kadar mucize bir yapı olduğu ve onu yapanın ancak sayısız şeyi ona ihtiyaç, nimet, sığınak ve korunak kılan Hayy-ı Kayyum olan Allah olduğu görülecektir.
Bitkiler ve hayvanlardaki canlılık derecesinin az olmasına rağmen kompleksliği, kâinattaki genel düzenle uyum içinde yaşaması, insan ve cin gibi canlılıkta zirve yapıların, fark ettiği ve hissettiği şeylerin dahi farkında olabilen, farkındalığının da farkındalığına yükselebilen, geçmiş ve gelecek zamana bir evin odalarından diğer odasına geçmek gibi giden, gelecek zamandan korkuları, dehşetleri, buna mukabil geçmiş zamandan üzüntüleri, kederleri bu hazır zamana getiren; sayısız manevi acıyı ve lezzeti yaşayabilen; hem sayısız maddi nimetleri tadan yapısı nazara alınırsa insan ve cinlerin ihtiyaçları sonsuz ve sınırsız hale gelir. Dünya, bu şuurlu yapının bir hanesi; yeryüzü, onun bir tarlası; bahar, onun bir bahçesi; yaz mevsimi, onun bir sofrası; güneş, onun bir sobası ve lambası; ay, onun bir gece kandili; yıldızlar, onun mumları; bitkiler, onun evinin süsü ve çiçeği; hayvanlar, onun bu mutluluk sarayının hizmetkârları; insanlar, onun ahbabı, akrabası ve büyük ailesidir; kâinat onun memleketi, manevi-maddi âlemler ise, onun mülkü ve hâkimiyet dairesidir.
Her insandaki şuur, ona bütün mekânı kazandırır. Hem her insandaki akıl, ona geçmiş ve gelecek zamanı kazandırır. Hem her insandaki fikir ve tefekkür yani düşünme gücü ona her şeyin dayandığı, sabit, ölmez, yıkılmaz ciheti keşfettirmeye ve buldurmaya başlar. Yani “Hakikat”i… Hakikat, kelime kökü olarak, sabit şekilde var olan, varlığı zamana ve mekâna bağlı olmayan, değişmeyen, sadece açılıp görünme şeklinde zaman ve mekânla temasa geçen öz yapı demektir.
Hakikat, canlılar için ve cansızlar için de geçerlidir. Her nesnenin ve her canlının birer hakikati vardır. O nesne ve canlı, bu maddi dünyada o hakikati sergiler. Cansızlar, sabit, durağan yapılarıyla; canlılar ise, ömürleri boyunca değişen ve değişken halleriyle o hakikatin ilancısı olurlar. Hakk ise, hakikatin zaman ve zeminle, madde ve kuvvetle teması neticesinde ortaya çıkan haldir. Bir zeytin ve incir çekirdeği, zeytin ağacı ve incir ormanını bir hakikat olarak içinde taşır. Fakat o çekirdeklere “Sen gerçek bir zeytin ağacısın ve incir ormanısın” denilmez. Ne zamanki onlar açılırlar, hakikatlerini yaşarlar ve o çekirdekler, meyveli bir zeytin ve incir ağacı olurlar. Dallarıyla, yapraklarıyla, yetiştiği iklimleriyle “Ben gerçekten bir zeytin ve incir ağacıyım” derler. İşte o vakit, hakkı bildiren hal alırlar.
Canlılık mekanizması, hakikatin çekirdek-ağaç-çekirdek-ağaç şeklinde ebedî tahakkukuna vesile olur. Bu tahakkuk, o hakikatin nefes almasıdır; onun içindeki sonsuz potansiyellerin açığa çıkmasıdır. Hakikat bu yönüyle, kişinin ve nesnelerin bekaya açılan pencereleri ve daha ötede beka âlemiyle kopmayan ve koparılamayan bağlarıdır.
Soru: Hakikat neye dayanır? Hakikatler, Allah’a rağmen var olabilir mi? Yoksa Allah’ın takdiriyle mi vardırlar?
Cevap: Hakikat, ilm-i ilahinin çizdiği sabit kalıptır ve asla değişmez. İlim, Allah’ın bilmesidir. Allah’ın bildiğine ise, mâ’lum denilir. Bütün mâlumât, O Alîm-i Mutlak ve Alîm-Külli Şey’e bağlıdırlar; Onun bilmesiyle vardırlar. Allah’ın ilim sıfatıyla çizdiği bu nesnelerin, oluşturduğu âleme “Kader” denilir. O kaderin defterleri, Kur’an’da Ümmü’l-Kitap[1](Ana kitap ve yazı), Levh-i Mahfuz[2]........
© Risale Haber
