İlim, Hakikat ve Mahiyeti
İlim, Arapça bir kelimedir. Sözlük manası, bilme demektir; bilgi değildir. İlim vasfını taşıyana “âlim”; âlim tarafından kuşatılan şeye ise, “mâlum” denilir. Mâlûmun Türkçesi, bilgidir. Nasıl ki çizmek ve yazmak birer fiildir. Bu fiillerin neticesinde ortaya, çizgi ve yazgı çıkar. Aynen öyle de bilmek fiili de bilgiyi netice verir.
Arapça’da ilim fiili sergilediği özellikler ve sahibine kazandırdığı güzellikler yönünden farklı farklı isimler alır. Mesela, eğer ilim, sahibine gündüz gibi aydınlık, her şeyi olduğu gibi gösteren bir bakışı kazandırıyorsa, buna ıttıla’ denilir. Bu kelime tulu’ (doğuş) denilen güneşin doğuşuyla aynı köktendir. Eğer ilim, kişiye bilmeye çalıştığı nesnenin ve kişinin sadece dışı, görünüşü hakkında ve yüzeysel bir anlayış ve kavrayış kazandırıyorsa buna mârifet ve tasavvur denilir. Bu tasavvur kelimesi de suret denilen nesnelerin dış yüzüyle aynı köktendir. Eğer ilim, sahibine bir nesnenin başlangıcı ve kökü, sonu ve meyvesi, dış ve içyapısı yani görünüşü ve manası hakkında mükemmel ve tam, kesin ve keskin bir kanaat veriyorsa buna ihata denilir. Bu kelime çerçeveleme, dört yandan kontrol altına alma manasındadır. Bir şeyi gerçek manasıyla bilme, ihata iledir. İhata şu 3 değişmez soruya cevap verir:
“Bu nesne veyahut canlı ‘Nereden varlık âlemine geldi? Bu âlemden sonra nereye gidecek? Çünkü canlıysa ölüyor, cansızsa sönüyor. Hem bu âlemde necidir? Onun vazifesi nedir?’ Bu 3 soru bir şey hakkında cevaplanabiliyorsa bu cevabı veren kişi o şeyi gerçek manada biliyor demektir. Bu şekilde bir bilme o nesneyi kontrol altına alma, ondan faydalanma imkânını ilim sahibine sunar. Hayvanların ve bitkilerin evcilleştirilmeleri bu ihata meselesinin bir delilidir.
Gerçek bilme ihata ile olduğundan Kur’an Allah’ın ilminin ana özelliği olarak ihatayı sunar. Bu hakikat ışığında insana ve canlılara bakıldığında, bütün canlıların bedenleri ve cesedleri gibi insanın da bedenini teşkil eden zerreler, üzerinde yaşadığımız dünyada bulunmaktaydı. Fakat ortada şu an bulunan insanlardan hiçbiri 200 yıl önce bulunmuyor, görünmüyor, yaşamıyorlardı. Bu insanlarda şu an görünen düşünce, duygular, bilgiler, anlayışlar, heyecanlar, fedakârlıklar, acılar, lezzetler, korku ve üzüntüler, ağlama ve gülmeler yoktu. Bundan 200 yıl sonra yine olmayacaklar. Fakat hem şimdi, hem 200 yıl önce, hem 200 yıl sonra bedenleri teşkil........
© Risale Haber
visit website