Yalansız Bir Türkiye Mümkün mü?
Her sabah “yalansız günler” dileğiyle uyanıyorum; fakat akşam kadar çarşı pazar, iş güç, sosyal medya ve haberler, tartışma programları vb. İle yastığa başımı koyduğumda o günümü de hakikatten çok yalan dinleyerek geçirdiğimi anlıyorum.
Birisi çıkıp ‘Türkiye’de Yalanın Tarihi’ adlı bir kitap yazmalı. Yalanın, gündelik dilin sıradan bir şakası olmaktan çıkıp kurumsal bir niteliğe bürünmesi, kurumsal olarak, Tanzimat’la başladı denilebilir. Tanzimat’tan bugüne, devlet ve toplum arasındaki görünmez sözleşmede “hakikati söylemek” çoğu zaman düzen bozmakla eş tutuldu.
Takvim-i Vekayi’den başlayarak Osmanlı basınının ilk numuneleri halka haber vermekten çok merkezin meşruiyetini tahkim etme misyonu taşıyordu. Sansürün yerini bugün reklam muslukları, lisans iptalleri ve algoritmik görünmezlik aldı. Haber yaparken “gerçeği söylemek” hâlâ risk; çünkü iktidar, muhalefet veya sermaye bloklarından birinin canını acıtıyorsanız, gazeteniz veya ekranınız karartılabilir. Oysa medyanın temel görevi, gerçekle yurttaş arasındaki mesafeyi........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d