İstiklâl Marşı Neden Değiştirilmek İstendi?
İstiklâl Marşı’nın değiştirilmesi ile ilgili Mustafa Kemal’in sağlığında birincisi 1925’te, ikincisi 1937’de olmak üzere iki, vefatında sonra bir önemli girişimin olduğunu görüyoruz. Daha sonraki yıllardan günümüze kadar ise İstiklâl Marşı’nı değiştirmeye dönük irili-ufaklı kalkışmalar söz konusu olmuştur.
- YUSUF TOSUN
- 12 Mart 2025
Bu milletin vicdanı Mehmet Akif’i günümüze taşıyan en önemli yapıtı İstiklâl Marşı’dır hiç şüphesiz. Çünkü İstiklâl Marşı’nın bir ‘marş veya şiir’ olmasının ötesinde derin anlamları vardır: Bunların başında İstiklâl Marşı’nın ‘tarihi bir belge’ olduğu hususu gelir. Bu yönüyle İstiklâl Marşı bir dönemin vesikasıdır adeta. Ayrıca dünya marşları arasında şiiriyeti en yüksek marştır da. Fakat o sadece bir şiir, edebi metin olmayıp muhtevasıyla beraber manasıyla da son derece önemlidir. Öyle ki İstiklâl Marşı; tarihten silinmek istenen bir milletin nasıl ve hangi değerlerle ayağa kalktığının, küllerinden yeniden nasıl doğduğunun da açık bir nişanesidir. Aynı şekilde İstiklâl Marşı, tek dişi kalmış Batı medeniyetine ve sömürgecilik düzenine karşı bir başkaldırı ve meydan okumadır. En önemlisi ise İstiklâl Marşı, Cumhuriyet’i kuran iradenin ne olduğunu bize anlatan önemli bir belgedir.
Bütün bu hususlarla birlikte İstiklâl Marşı olmasaydı belki de bugün büyük bir çoğunluğumuz Mehmet Akif’ten habersiz yaşayacak ve yakın tarihimizle ilgili eksik, yanlı, yanlış bir bakışa sahip olacaktık. Çünkü biliyoruz ki Akif sadece Akif’ten ibaret değildir. O bir yol, ekol, dönem, çağ… kısacası başlı başına bir tarihtir. Akif’i tanımakla sadece onun kişisel, kronolojik hayat hikâyesini değil, tarihin önemli bir dilimi olan 19’uncu yüzyılın okumasını da yapıyoruz aynı zamanda. Koca bir imparatorluğun çöküşüne ve yeni bir Cumhuriyet’in doğuşuna tanıklık ediyoruz onun hayat hikâyesi üzerinden. Geçmişle gelecek arasında sağlam bir köprü inşa ediyoruz böylece. İşte bütün bunları ve daha fazlasını İstiklâl Marşı’na borçluyuz.
Malum Akif, Mustafa Kemal tarafından 1920’de Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey üzerinden Ankara’ya davet edilip Birinci Meclis’te Burdur mebusu olarak yer almasına rağmen 1923’te Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte İkinci Meclis’te kendisine yer verilmemiştir. Meclis kayıtlarına “Burdur Milletvekili ve İslam Şairi” olarak geçen Akif, özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında önemli vazifelerde bulunmuş ve bu dönemde İstiklâl Marşı’nı yazmıştır. Ancak İkinci Meclis’le birlikte Akif ve Akif gibilere yol görünmüş ve bilinçli bir el tarafından sahne dışına itilmiştir. Bunun üzerine Akif yanında “Mavzer Tüfeği” ve “İstiklâl Madalyası” ile birlikte İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştır. Yaşanan bu hadiseler ve sonrasındaki baskı ve tacizler ise Akif’i Mısır’da 10 yıl zorunlu sürgün hayatına mecbur kılmıştır.
Vefatından altı ay kadar önce canlı bir cenaze olarak İstanbul’a dönen o dev adam hasta yatağında bile rahat bırakılmamış ve vefatından kimseciklerin haberi olmadığı gibi cenaze merasimine de devlet erkânından kimse katılmamıştır. Katılanlar hakkında da daha sonra tahkikat başlatılmıştır.
Akif, İstanbul’da hasta yatağında iken Ankara Hükümeti’ne yakın önemli yazarlardan Hakkı Tarık Us ve Ruşen Eşref Ünaydın kendisini ziyaret eder. Hakkı Tarık Us, Akif’e şöyle der:
“Üstad, Gazi ile birlikteydim. Sizden sevgi ve sitayişle bahsetti. Güzel sözler söyledi. Hatta dikkat buyurun sözlerime: ‘Kendilerine hissi bir adavetim yoktur. Eğer olsaydı, Türkiye’ye dönmesine müsaade etmezdim. İstiklâl Marşı’nı da kaldırırdım.’
Bunun üzerine Akif yerinden doğrulur ve Hakkı Tarık Us’a şöyle der:
“Demek öyle!… Hakkı Bey hatırlar mısınız? Biz Gazi ile harp sahalarında ön saflarda beraber gezdik. Beraber yürüdük. Meclis’te kendilerini sonuna kadar destekledik. Bu böyle iken Gazi’nin adavet kelimesini telaffuz etmesine hayret ettim. Beni memlekete sokmayabilirdi. Lütfettiler… Kendilerine minnettarım.
İstiklâl Marşı’na gelince… Onu kimse kaldıramaz. Nasıl kaldırılırdı ki… Meclis’te ilk okunduğu gün, Tunalı Hilmi hariç herkes ayakta dinledi. Kendileri de dâhil. İstiklâl Marşı bir daha yazılamaz. Kimse de bir daha İstiklâl Marşı yazamaz. Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın!”
Yine vefatından kısa bir süre önce Yenigün gazetesinden Feridun Kandemir’e verdiği son röportajındaki “İstiklâl Marşı’nı nasıl yazdınız?” sorusu üzerine Akif yavaşça yatağında doğrulur, yastıklara yaslanır sesi birden canlanır:
“Doğacaktır, sana vaat ettiği günler hakkın!…
Bu ümitle, imanla yazılır. O zamanı düşünün. İmanım olmasaydı yazabilir miydim? Zaten ben, başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez. İçimde ne varsa, bütün duygularım yazılarımdadır. Şu var ki ‘İstiklâl Marşı’nın şiir olmak üzere bir kıymeti yoktur. Ancak tarihi bir değeri vardır.”
Ve gözleri, yemyeşil Şişli sırtlarında, dilinde bir dua gibi aynı nağme titriyor:
“Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın!” (1)
Zamanın ruhu İstiklâl Marşı’nın o tarihi değerini fazlasıyla gösterdi. Fakat bu tarihi değerin farkında olanlar defalarca buna engel olmaya, İstiklâl Marşı’nı değiştirmeye, onu karalamaya, Akif’in şair olmadığını dillendirmeye kalkıştılar. Ancak onun hasta yatağında dile getirdiği; “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın” temennisi kabul olunmuş bir dua olarak belleklerde yer etti. Ne zaman İstiklâl Marşı’nı değiştirmeye kalkıştılarsa o dua yüzlerine çarptı.
İstiklâl Marşı’nı Değiştirme........© Perspektif
