Sırrı’nın Sessizliği
Bu ülkede her zaman çok bağıranlar kazanır sandık. Ama o hep alçak sesle, kıssalarla, kıssadan hisselerle, ozanlarla, türkülerle konuştu. Çünkü en yüksek hakikatler hep sakince anlatılırdı ona göre. O yüzden Sırrı Süreyya Önder tatlı tatlı, sakin sakin konuşurken biz kulak kesildik.
- CİHAT ARPACIK
- 4 Mayıs 2025
Bir insanın gidişi bazen bir sandalın kıyıdan ayrılması gibidir. Öyle sessiz, öyle nazik, öyle vakur…
Gözlerinin önünde yavaşça uzaklaşır, ama içindeki deniz kabarır da kabarır. Sırrı Süreyya Önder, o sandalın içinde geriye dönüp bakmadı. Kıyıda kalan bizlerse, elimizde tamamlanmamış cümleleri ve büyük bir barışın hayalini tutuyoruz şimdi.
Bir ağırlık çöktü sanki memleketin üzerine.
Bu sadece yasın ağırlığı değil; bu ağırlık onun taşıdığı onca anlamın aniden koca bir memleketin sırtına yüklenişinin ağırlığı.
Mustafa Çalık’la birlikte ülkenin son ittihatçılarından Roni Margulies de ölünce Yıldıray Oğur Karar’da bir yazı yazmıştı. Hrant Dink’i hatırlatmış ve tanıyan ya da tanımayan herkesin onu sadece ilk ismiyle, “Hrant” diyerek andığını; Roni Margulies için de böyle olduğunu söylemişti. Çünkü birçoğumuz için hayatımızda tanıyıp tanıyabileceğimiz tek Hrant ya da tek Roni vardı.
Peki ya Sırrı Süreyya Önder?
Neden herkes ondan Sırrı diye bahsediyor? Onunla hayatın bir köşesinde yolu kesişenlerin küntü kenz sırrına vakıf olmuş gibi kalakalmasından mı?
Katıksız eşitliğe iman ettiği için mi?
Herkesin herkesle göz hizasından ilişki kurmasını anlatabildiği için mi?
Hayatın tam da içinden gelmiş, memleketin ağacı, kurdu, kuşu, yoksulluğu kadar sahici bir adam olduğu için mi milyonlar aynı anda üzüldü?
Sırrı Süreyya Önder’in ölümü bir insanın değil, bir hâlin ölümü gibi. Mizahla başkaldıran, zarafetle direnen, incelikle isyan eden bir aklın toprağa karışması. Bu ülkede her zaman çok bağıranlar........
© Perspektif
