Suriye: Tedirgin Sevinç Dalgası Hüzünle Karışırken…
Sürdürülebilir olmayan, zoraki desteklerle ayakta kalan Esed rejiminin dış konjonktürün değişimiyle ve iç dengelerinin bitişiyle birlikte çöküşü, hem mülteci durumuna düşürülen muhalif kitlelerde hem de Şam rejimi kontrolünde yaşayan kitlelerde geniş bir sevinç dalgası oluşturdu. Bu dalganın üzerinde Şam’a taşınan HTŞ iktidarı da İdlib’de edindiği tecrübe sayesinde süreci mümkün olduğunca intikamsız, kansız ve itidalli yürütüyor. Ancak bu itidal hassas dengeler üzerine kurulu…
- BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER
- 17 Ocak 2025
61 yıl önce, 8 Mart 1963’te ülkedeki çok partili hayata son verip askeri darbe ile yönetime el koyan Baas cuntası 8 Aralık 2024 itibarıyla çöktü. Baas rejimi içerisinde darbe yapan Hafız Esed Suriye’yi 1970’ten 2000’e, yani ölene dek demir yumrukla yönetecek, 2000’den itibaren de yerine geçen oğlu Beşşar Esed aşiret-mezhep-parti hiyerarşisi üzerine kurulu babadan kalma diktatörlüğü sürdürecekti.
Ülkenin Dinî Yapısı
– Yüzde 75 Sünni Arap, Kürt ve Türkmen
– Yüzde 10 Alevi Nusayri Arap
– Yüzde 10 Hristiyan Arap ve Süryani/Ermeni
– Yüzde 3 Dürzi
– Yüzde 2 Şii
1970-2011 Statükosu
Rejim (Nizam) ana hatlarıyla üç ayak üzerine inşa edilmişti. En üstte tek adam. Onun altında Esed ve (kız tarafı) Mahluf aşiretleri. Bu aşiretlerin mensup oldukları Arap Alevi (Nusayri) azınlık. Tek adam-aşiret ve mezhebe hizmet eden Baas Partisi askerî bürokrasisi.
İç içe geçmiş bu yönetim yapısı, dışarıdan Rusya ve İran rejimleri tarafından, içeriden de kendisine biat ettirilen ve toplumsal rıza işlevi gördürülen Hristiyan ruhbanları ve Sünni/Sufi ulema tarafından desteklendi. Hafız Esed’in kurduğu bu iç-dış denge sistemi Beşşar tarafından da sürdürülmeye çalışılsa da 15 Mart 2011’de başlayan ve temelde minimum insan hakları talepleri içeren sivil halk hareketi sistemi sarsmaya başladı.
2011-2018: Rejim Dengesini Kaybetti
Korkutma/devlet terörü üzerine kurulu bu “zoraki rıza” dengesindeki psikolojik eşiğin aşılması, 2011 Mart’ından Ağustos’una kadar ağır devlet terörü ile bastırılmaya çalışıldı. Bu altı aylık süreçte barışçıl yapısını koruyan muhaliflerin savunma amaçlı silahlanmaya başlaması, ordunun alt ve orta kademelerindeki Sünni askerlerin ayrılarak Riyad Esad önderliğinde Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) kurmaları, olayların çatışmaya evrilmesine yol açtı. 2012’ye gelindiğinde İran’dan gelen Kasım Süleymani danışmanlık hizmeti ile rejim, çatışmayı diktatörlük-siviller çatışmasından Şii/Alevi-Sünni savaşına dönüştürme stratejisini devreye soktu. Bu doğrultuda Suriye, Şebbiha (Hortlaklar) olarak adlandırılan rejimin paramiliter unsurlarının Sünni sivillere yönelik hunharca katliamları ile tanıştı. 2012’de ÖSO’nun yanısıra Ahraru’ş-Şam, Ceyşu’l-İslam ve Nusra Cephesi gibi İslamcı ideolojik örgütler iç çatışmaya dahil oldu. 2013’te Suriye’yi işgal etmeye başlayan IŞİD ise hem Rusya ve İran’ın Suriye’deki varlığını hem de ABD’nin Suriye ve Irak’taki varlığını meşrulaştıran bir işlev gördü. Ama en büyük işlevi Suriye muhalefetinin belini kırmak oldu. IŞİD sayesinde Şam rejimi ilerleme kaydederken, ağır darbe yiyen muhalifler ideolojik yapılarından kaynaklanan sorunlu bakış açılarından dolayı birbirlerine düştüler. İç savaş içinde iç savaş yaptıkça daha da zayıfladılar. Bu durumu fırsata çeviren Şam güçleri, İran-Hizbullah kara güçleri ve Rusya hava desteği ile 2014’ten 2018’e dek aşamalı olarak muhalifleri önce Şam kırsalından sonra da Humus ve Halep’ten çıkartmayı başardı. Tabii bu “başarı” bugün Gazze’de tanık olduğumuz kuşatma, aç bırakma, katliam yaparak sürgüne zorlama taktiği ile sağlanmıştı. İran/Kasım Süleymani yönetimindeki saldırılar muhaliflere “öl ya da git” derken Rusya yönetimindeki saldırılarda muhaliflere “öl ya da işbirliği yap” deniyordu ki bu model daha önce Çeçenistan’da başarılı olmuştu. Bu doğrultuda Rus etki alanı olan Dera bölgesindeki birçok muhalif milis grup saf değiştirerek hayatiyetlerini sürdürdüler.
Suriye muhalefetinin diasporada kalan kısmı ise Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK/İtilâf) çatısı altında örgütlendi. SMDK’nin işlevi muhalefetin dünya çapında diplomasi yapması oldu.
2018 itibarıyla ortaya çıkan durum şöyleydi: Muhalifleri destekleyen milyonlarca sivilin yurt dışına mülteci olarak sürgünü. Ayrıca takriben 5 milyon sivilin İdlib bölgesine sıkıştırılması. Bu durum Soçi-Astana süreçlerinde Türkiye-Rusya ve İran arasındaki uzlaşı ile de kabullenilmiş, denge haline getirilmişti. 2018’de İdlib bölgesi bu denge durumunda yeni bir tecrübe ile tanıştı. Nusra Cephesi kendisini El Kaide’den ayrıştırmış ve Suriye’nin Hamas’ı olmaya çalışıyordu. Yani yerel bir milli-İslamcı kurtuluş hareketi olarak… Bu yolda önce kendini feshederek bölgede kendine yakın gördüğü diğer yerel unsurlarla bir Heyet-platform kurdu: Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm (Şam’ın Kurtuluşu Heyeti. Kısaltma: HTŞ, Suriye’de: Hey’et). Bu süreçte daha az çatışma ama daha çok yönetim tecrübesi kazanan HTŞ İdlib’de sivil bir hükümet kurdu. 2013’ten 2018’e dek yaşananlardan dersler çıkartan HTŞ yönetimi diasporadaki SMDK’ye karşı alternatif bir yerel sivil muhalefeti inşa ediyordu: “Suriye Kurtuluş Hükümeti”. Bu arada Türkiye, Arap dünyası ve Batı ile diplomasi yeteneklerini de geliştirirken Türkiye kamuoyunun İdlib’e ilgisizliği son yaşanan gelişmelere dair bir şaşkınlık olarak yansıyacaktı.
2018-2024: Çöküş Dönemi
2011-2018 arasındaki dönemde rejimin düzenli ordusunun parçalanması, Hafız Esed’den miras kalan statükonun yitirilmesine, devlet otoritesinin zayıflayarak kontrolün İran ya da Rusya ile çalışan yerel milislere geçmesine yol açtı.
2018’de Pirus zaferini ilan eden Şam yönetimi, İran’dan ve Rusya’dan aldığı milyarlarca doları ülkenin imarına değil kendi elitlerini güçlendirmeye, uyuşturucu üretimine harcadı. Ülkenin yüzde 70’i deprem enkazı halindeyken Arap Birliği ile normalleşmenin de getirdiği özgüvenle de facto olarak askıya alınan iç savaşın taraflarıyla barış yerine İdlib’i havadan ve karadan bombalamaya devam etti. Şam rejiminin elindeki bölgeler sefaleti yaşarken İdlib’deki sivil yönetim, alternatif bir yaşam alanı haline geldi. Ülke nüfusunun yarısı mülteci, yarısı sefalete mahkûm edilmiş haldeyken Şam rejiminin Rusya ve İran’a yaslanan durumu gittikçe erozyona uğruyordu. Tahran rejiminin 7 Ekim 2023 sürecinde bölgede büyük bir nüfuz kaybına uğraması, Hizbullah’ın tepe kadrosunu kaybetmesi/beyin ölümünün gerçekleşmesi, Rusya’nın 2018’den bu yana zaten ABD ile bir denge uzlaşısına varmış olması gibi faktörler 8 Aralık 2024’te Esed rejiminin içine çökmesi ile sonuçlandı. Putin’in Wagner’i tasfiye etmesi ve Ukrayna’ya odaklanmasının yanı sıra İran rejiminin hem Filistin hem de Lübnan’daki vekil güçlerini yalnız bırakmasının ardından müttefiki Şam’a olan desteğini çekmesinin de sebepleri var. Tahran’ın yüksek maliyetli savaş ekonomisini karşılayacak gücünün kalmaması ve kâr-zarar hesabında kendi ulusal sınırlarına doğru çekilmek zorunda kalması göz önünde bulundurulabilir.
Esed rejiminin içe çöküşünü Romanya’da Çavuşesku diktatörlüğünün ya da Sovyetler Birliği’nin çöküşüne benzetebiliriz. Rejim içeriden o denli yozlaşmıştır ki dış dengelere bağlıdır ömrü. Öyle ki o dış destek/payandalar kalktığında dışarıdan güçlü gibi gözükse de iskambil kâğıtlarından yapılmış bir kule gibi en ufak dokunuşta çöker.
27 Kasım: Sonun Başlangıcı
HTŞ birlikleri 2023 Aralık ayında düzenlemeyi planladıkları “Saldırganlığı Caydırma” taarruzunu 7 Ekim 2023’te Hamas’ın başlattığı “Aksa Tufanı” operasyonu sebebiyle bir yıl erteleme kararı aldı. HTŞ’nin amacı, 2018’den bu yana sistematik olarak İdlib’e düzenlenen ve çok sayıda çocuğun da yer aldığı sivil ölümlerine yol açan hava-kara saldırılarına karşı atağa geçmekti. Saldırganlığı Caydırma’nın hedefinde Halep’e çatışarak girmeye çalışmak ve Halep kırsalında mevzi genişletmek vardı. Ancak rejimin askeri kadrolarında yaşanan psikolojik yılmışlık, İran güçlerinin karada, Rus güçlerinin havada geri cepheden çekilmesi rejimin çöküş sürecini başlatmış oldu. Halep’i çatışmasız biçimde ele geçiren HTŞ güçleri, Türkiye destekli SMO güçleriyle PYD unsurlarını da geriletti. Öte yandan çöküşü gören güneydeki ÖSO unsurları da çatışmaya dahil olunca rejimin Şam’a giden Hama-Humus yolundaki tüm savunma hatları çöktü. Şam’a giren güneydeki ÖSO güçleri ile HTŞ sayesinde rejim resmen devrilmiş oldu. Kuzeyden güneye ilerleyişteki en büyük pay HTŞ’ye ait olduğu ve olası bir çatışma görüntüsü vermemek için güney güçleri HTŞ’nin Şam hâkimiyetini kabullendi.
HTŞ unsurları yaşça genç (18-25 aralığı) silahlı kişilerden oluşuyor. Mobilize hareket ediyorlar. Rejim memurlarında ve halkta yaşanan yılmışlık sebebiyle de geniş alanları kontrol etmede halktan destek görüyorlar. Tabii bu taban desteğinin yanı sıra halkla ilişkiler konusunda İdlib’de tecrübe kazanıldığı görülüyor. Azınlıklarla, farklı hayat tarzlarıyla ilişkilerde dayatmacı ve üstenci tutumun en azından HTŞ’nin ana stratejisinde kabul görmediği söylenebilir.
Suriye’de gözlemlenen toplumsal psikoloji, hüznün, öfkenin ve sevincin karmaşık biçimde sokaklarda, meydanlarda açığa çıkmış olması. Tüm çürümüşlüğüne rağmen ayakta kalan bir rejim ve yenilmiş bir muhalefet vardı. 1 milyondan fazla insan can vermiş, yüz binlerce insan cezaevleri ve istihbarat sorgu merkezlerinde işkencelerden geçirilmiş, ülke nüfusunun yarısı mülteci durumuna düşürülmüştü. Alt ve üst yapısı insan eliyle deprem enkazına dönüştürülmüş, ülkedeki binaların en az yüzde 70’i yaşanmaz hale gelmişti.
Bu da geniş halk kitlelerinde umutsuzluğa, ödenen bedellerin boşa gittiğine dair bir yılgınlığa yol açmıştı. Benzeri bir umutsuzluk rejim yandaşlarında da mevcuttu. Her ne pahasına olursa olsun Esed-Mahluf aşiretlerinin çıkarı için neden bunca bedel ödüyorlardı? Ülkede İran rejiminin demografik mühendisliği de eklenince rejim yanlısı Arap milliyetçisi sekülerler arasında ciddi bir rahatsızlık oluşmuştu. İşte tüm bu karamsarlığın ortasında yaşanan zafer-çöküş, ülke genelinde büyük bir sevinç dalgası doğurdu. Sednaya........
© Perspektif
visit website