menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

‘Ahlaki Meşruiyet’ten Daha Büyük Güç Var mı?

19 7
monday
TOPLUM

Asırlar boyu kan, ter, gözyaşına mal olmuş insanlık birikimlerine tutunmayı sürdürürseniz, cüssenizi de fersah fersah aşan gerçek bir güce, kendi gerçek sermayenize yaslanmış olursunuz. Bu ahlaki meşruiyet de kim bilir, belki çevrede, komşularda ilham yaratır, örnek oluşturur, metazori siyasi, kültürel değişimler getirir ve geniş, vizyonel bir ortak habitat kurmak mümkün olur.

  • BAHADIR KURBANOĞLU
  • 27 Ocak 2025

Başlıktaki soru, hukuka ve demokrasiye gerçekten inananlar için geçerli. Yoksa mesela Elon Musk gibi, Kraliyet’le savaşarak kurulmuş bir ülkede “Monarşiye geri dönmeyi”, “CEO atamayı” öneren bir akıl açısından sorunun da fazla bir anlamı kalmıyor.

Ya da mesela, dindar bir Yahudi olarak İsrail’in cürümlerini eleştirip, onun bugünkü konumunu kutsal kitap üzerinden kınayan; devletin “tanrısal” olmadığını söyleyen iyi niyetliler açısından.

Ya da biat kültürüyle domine ettiği coğrafyaları sadece “öteki”ye değil, kendinden olana da zehreden seküler-dindar butik örgütsel yapılanmalar için.

Soru elbette bir zihniyet problemine atıf yapıyor. Ama sadece zihniyetten değil, sadece bir yönetim şeklinden de değil, insanlığın birikimine ait kültürel formun, masa başında, teoride kabul gören postulatların sahada, pratikte, aksiyon esnasında çiğnenme potansiyellerini görmeyi de içeriyor.

Biraz daha açalım…

“Evrensel bir demokrasi kültürü” öteden bu yana bir varsayımdır. Hatta demokrasinin evrensel bir zihniyet kalıbı haline gelebilmesi için bile “kültürel kodları” hesaba katan bir olgunluk içinde olması beklenir. O kültürel kodların saygınlığı ve erdemsel geçerliliği ise toplumdan topluma, hatta aynı toplumsal kümenin farklı varyantlarında değişiklikler gösterebilir. Evrensel hukuk normları bile hukukun kültürle ilişkisi bağlamında bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda ahlaki ve adil bir forma bürünebilir. Diğer türlü, güçlünün daha zayıf olana dayatmalarını içeren bir yapıya dönüşür; dönüşüyor da. Ama bütün bunların üstünde, bütün bir insanlığa ait olması beklenen üst normlar yok mudur? Elbette vardır. Ve bizler bunun için “hukukun evrensel normları” tabirini kullanırız. Aynı husus demokrasi kültürü için de geçerlidir.

Empati, “Bilinçli Cehalet Övgüsü”nü Aşmayı Zorunlu Kılar

Tümdengelirsek…

Mesela empati konusu, aynı zamanda bilgi edinme sorumluluğunu, “öteki”nin hissiyatını belirleyen arka planın kavranması için mesai harcamayı da içerir. Empati, sadece naif bir duygusallık, kişiden kişiye değişen bir merhamet ölçüsü ya da bireysel insani bir tutum değildir. Olabildiğince politik bir mecrada, kanayan yaraları saracak, kavgaları sonlandıracak, bir zihniyet dönüşümünü büyük harflerle tetikleyecek bir potansiyeli içinde barındırmakta, pozitif toplumsal davranış kodlarını kapsamaktadır. Can yakıcı, bahsi açıldığında diken üstünde olduğumuz konular üzerinden somutlaştırırsak daha iyi anlaşılabilir. Örneğin, Sivas olaylarında taraflar yaratılmış ve aralarına da olanca büyüklüğünde duvarlar örülmüştür. Kulaklar diğer tarafı duymaz, hissetmek de istemez. Ama hukuk ve demokrasiden yanaysanız, toplumsal barışa tarafsanız, hukukun ve demokrasinin önerdiği empati gücüne de sarılma zorunluluğunuz vardır. “Birileri”nin tezgâhladığı, “birileri”nin provoke ettiği, “birileri”nin masumların canına kastettiği, “birileri”nin mutlaka sanık sandalyesinde görüldüğü bir vasatın içinden ancak azgınca akan suların içinden kıyıya çıkarak bakmanız gerekir. Bakış açılarının, kimliksel terazinin çarpık şekilde ölçüp biçtiği yerlerden başka taraflara, hukuk ve demokrasinin evrensel postulatlarına çevrilmesi gerekir.

Meramımızı bir parça daha somutlaştıralım…

Empati için gereken bilgi dağarcığına sahip değilsek, bunun sorumluluğunu da üstlenmemişsek, (ön)yargıladığımız kesimler nezdinde o bilgi eksikliği düşmanlık gibi algılanacaktır. Kötü niyetlilik, düşmanlık, kimliksel çatışmayı sürgit devam ettiren algılar konforundan çıkamamak da, bahsini ettiğimiz üst normlarla buluşmayı imkânsız hale getirecek; hepsinden önemlisi, niyetlenme cesaretini barındırsak bile mahalle baskısı bizi bundan alıkoyacaktır.

“Mahallenin İçi”ni de Vuran Döngü

Neticede Alevi kültürü, Sünni kültür, Kürt-Türk milliyetçilikleri… gibi habitatlar bu konfor zemininden çıkmak istemeyenler için “korunaklı” birer liman haline gelecektir. Bu habitatların kendileri de başkalarından “empati” beklerken, (yani en hafif tabirle “hakkımızdaki bilgi dağarcığınız eksik; bizim edinme biçimlerimizin arka planı bu!” refleksine bürüneceklerdir. Bunu da günün sonunda düşmanlığa ve art niyete, hatta başkaları tarafından aldatılmışlığa bağlayacaklardır) kendi empati yoksunluklarının mahzeninden de kurtulamayacaktır.

Bu döngü, “demos” olmayı engellediği gibi (“demos” tek tiplik anlamındaki bir bütün değil, bir arada yaşamanın yüksek sebeplerini üretmeyi becermiş bir olgunluğa atıftır) o “demos”u zaten kendi mahalli sınırlarında yarattığı varsayımına dayanmaktadır. Oysa döngünün kendisi “mahalle içi” yapıyı da vurmakta, zarara uğratmaktadır. Çünkü döngü bir zihniyete dayanmaktadır. O zihniyet kalıbı aşılmadıkça bir üst vizyona kavuşabilmek ve daha kapsayıcı çıkarların, getirilerin, faydaların orada olduğunu görememektir. Bu da beraberinde........

© Perspektif


Get it on Google Play