menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ulusal Kader Anları

11 20
12.04.2025

Türk demokrasisi 1876’dan bu yana milletin işlere vaziyet etmesi ve bunun devlet dışı alandaki tezahürleriyle kendini devletin muhafızı olarak tanıtan güç sahiplerinin çekişmesine sahne oldu. Bugün de birileri kendini devletin sahibi ve muhafızı olarak görmek, bu imtiyazın arkasına sığınarak statükoyu korumak ve halk iradesine el koymak istiyor olabilir; ama son olaylar gösterdi ki artık ne halk o halk ne de Türkiye o Türkiye’dir.

Ulusal kader anları, ulusların uyanış anlarıdır. Bu anlar, ulusun kendinde zaten var olan ve fakat o ana kadar açık-seçik biçimde duymadığı yetke, değer ve özellikleri yaşayan bir değer olarak duydukları anlardır. Ulus, sınıf ve bunların bilincine ermek gibi duygular, ulusal kader anlarının en hararetli anlarında ortaya çıkar.

Bununla birlikte bu duygular standart duygular değildir. O yüzden de ulusların kendini duyma biçimleriyle bunların ortaya çıkma şartları her ulusta farklı farklı tezahür ettiği gibi her ulusun tarihinden dolayı sembolleri de birbirinden farklı olur. Aynı şekilde bu semboller ve içerikleri de aynı ulusta bile sürgit sabit kalmaz ve tarihî seyri içinde farklı farklı kalıplara girer.

Yurttaşlık duygusu ve ulusal bilinç gibi özellikler de doğuştan sahip olduğumuz şeyler cinsinden olmadığı için sonradan ortaya çıkar. Bu nedenle her ne kadar evrensel bir değer olarak ortaya çıksalar dahi, her biri kendi tarihsel ve ulusal bağlamlarına göre şekillenir ve ona göre değer kazanır.

Aynı şey demokrasi, anayasa, temel hak ve hürriyetler için de geçerlidir. Bunlar da ulus ve yurttaş olmanın doğal parçası ve gereği olmakla birlikte, her ulus için bunların ağırlık ve değeri, bu kavramların ortaya çıkma biçimlerine göre anlam ve değer kazanır.

İmanın Bir Vecd Olduğu Zamanlar

İmanın bir vecd ve coşku olduğu zamanlar parantez içindeki özel anları ifade eder ve sürgit devam etmez. Onun da bir sosyolojisi, gereği ve şartları vardır. Genelde toplumlar gündelik bir rutinde, asırlık alışkanlık ve motor davranış döngüsünde yaşarlar.

Bizim değer yaratan sıçramalar dediğimiz “mefkûrevî anlar”, toplumların günlük rutini olan bu tarz geviş getirme anlarından bir ayrışmayı ifade eder. Bunlar toplumsal vecd anlarında ortaya çıkan ve değer, norm yaratan anlardır. Bu anların sosyolojisine vecdin sosyolojisi denir. Gökalp böylesi dönemlerde ortaya çıkan coşkulu duyuşlara “mefkûre”, mefkûreden hasıl olan sosyal realiteye de “içtimaî şe’niyet” adını verir.

Devrim yıllarında, kararlarını kralın onayına arz etmekten başka hiçbir yetkisi olmayan meclisi, bir anda Fransa yapan şey budur. Devrimin coşkulu bir anında herkes fark etmiştir ki Fransa Kral değil, Meclis’tir. Meclis de Millet. İşte, o gün Fransa, Fransa olduğunun farkına varmış ve yine o gün her bir Fransız, Fransa’nın kendisi olduğunu duymuştur.

Benzer bir şey, İstiklal Harbi yıllarında Gazi Meclis ve onun yazgısı olur. O da bir anda milletin kendisi, vicdanı olmuş, kendisini öyle hissetmiştir. Üyeler ve meclis kurucu meclis, arkasındaki millet de kurucu millet, Türk Milleti. Millet Meclisi, milletin meclisi olduğunu böyle hissetmiş, unvanı böyle almıştır. Ve millet bir anda “vâki olan” bir şeyi, “vâki olarak” hissetmiş, bilincine varmıştır. Gökalp bu “duymaya” mefkûre diyor.

Mefkûre, yani, yeni bir iman, yeni bir bilinç ve farkındalık.

Demek ki vâki olanı yaşamak başka, duymak başkadır.

Duymak; bilincine erişmek ve iman etmektir. Buradaki “iman” kavramını dinî inancı da aşan bir genişlikte kullanıyorum. Bu inanç, devrim yılları Fransa’sında olduğu gibi ulus bilincine ulaşmak da olabilir, 68 kuşağı gibi yeni değerlerin peşinde yeni bir heyecan........

© Perspektif