Derin Tesalüp
Bu topraklarda devlet bozulursa her şey çöker, bütün davranışlar bozulur. Yargı da bunun temeli, mayasıdır. Bu gelenek o kadar damarlarımıza sinmiş, her şeyimizi belirlemiş de ondan böyledir bu. Derin tesalüp böyle bir şeydir…
- ABDULKADİR İLGEN
- 10 Ocak 2025
Hegel “Diyalektik, deneyimdir” diye söze girer.¹ Deneyim derken bununla sadece “duyu” algılarından ibaret ve sırf doğa felsefesine indirgenebilir şeyleri kastetmez. Bilakis, bunun dışındaki ‘insanın eylem ve fiilleriyle başarı ve başarısızlıkları, talih ve talihsizlikleri, umut ve umutsuzlukları, beklenti ve kederleri’ gibi ve nihayet duyu dışı bütün bir tarihi kasteder.
Ve o (deneyim) hem ruhçuluktaki ruh hem de maddecilikteki madde ve güç yanında oluş, yaşam, tasarım, isteme, cevher, özne, enerji… gibi sonsuz bir devinim zincirinin halkaları ve bu halkaların girdiği her bir ilişkide bir hâlden diğer bir hâle akan “neliği” ve bunların toplamını verir.
Tanpınar, Gökalp’ten mülhem olarak aldığı derin tesalüp kavramını kullanırken sanki bütün bunları dikkate almış gibi davranır. Kavram, Gökalp ve Tanpınar’ın kullanma konteksinde “birbiri üzerine çaprazlama, haçvari girmiş” ve üst üste binmiş, artık neyin ne olduğu ve neyin neyi belirlediğini ancak Tanrı’nın bilebileceği diyalektik bir ilişkiyi anlatmak için kullanılmıştır.
Gerçek de böyledir.
“Her insan kendi ‘kaderini’ hem kendi şahsî alınyazısını hem de ortak bir tarihe ait olan yazgısını deneyimler. İnsan, kısmetine düşeni en evrensel hâliyle yaşar; yani ‘dünyanın gidişatını’, imkân dâhilinde olanın iç ve dış sınırlarını deneyimler. Bu bakımdan bilginin de kendine ait bir iç kaderi vardır” (Hartmann, 2021: 22).
Sadece bilginin değil, bilincin de bir iç kaderi, biricikliği vardır. Çünkü bilinç de tek katmanlı bir sürecin değil, çok katmanlı ve hatta hiçbir zaman köklerine tam olarak inilemeyecek çok karmaşık bir sürecin ürünüdür. Orada da bilinç içinde bilinç, hatta bilinçler vardır. Kendisi de bir deneyim olan bilinç bile bilgi olarak dile aktarılırken belli süreçlerden geçer.
Ve bu süreçler “kendine özgü biçiminde yönelinen; algılanan, anımsanan, beklenen, görsel olarak tasarlanan, kurgulanan, ne olduğu saptanan, ayrıklaştırılan, inanılan, tahmin edilen, değerlendirilen vb. olarak”² sonsuza kadar uzanır.
Fakat kendisi de bir deneyim olan bilinç, kendisine ulaşan bütün verileri, her zaman tam olarak açık-seçik bir biçimde kavrayıp kelimelere aktaramaz. Bilinç olarak biçimlenen şeyler de deneyimlenen olgu veya duygunun tam olarak o anı ve durumunu değil, nihayet bir tasarım olan parantez içindeki bir tasarımını verir.
Sonuçta, ister bireysel isterse toplumsal olsun bilinç ve duyuların duyarlılığına çarpan şeylerden çok azı sözün aydınlığına çıkar. Yaşanan her bir deneyim özgün bir kare, bir parıltı veya bir leke olarak önce bilinçdışı belleğe, duyarlılıklara kaydedilir, sonra da sonraki deneyimlerin hammaddesi olarak bilinçdışında işlenmemiş bir malzeme olarak stokta bekler. Bu bekleme sadece bireyin kendi içinde yalıtılmış, steril bir alan olarak değil, içine gömülü olduğu sosyoloji ve tarihsel kesitlerle her ikisinin uzandığı tarihî derinlik ve güncel tarafından tekrar be tekrar üretilerek mayalanır.
Mayalanma süreci Hegel’in diyalektik dediği sürecin ta kendisidir. Bu süreçte bilincin kendisi de tıpkı diğer nesne ve konular gibi deneyimlenen sürecin bir parçası, nesnesi haline gelir. Ve bu süreçler de tıpkı biyosferdeki süreçler gibi tek yönlü ve belli bir ereğe doğru doğrusal bir ilerleme süreci içinde değil, neyin nereye doğru evrileceğini hiç kimsenin bilemeyeceği karmaşık bir seyir izler.
Kültür, zihniyet, davranış, alışkanlık, sanı, inanç, dünya görüşü, hatta bilimsel kuramlar; bunların hepsi bu durumdan etkilenir. Yalçın Koç Anadolu Mayalanması adını verdiği eserinde bütün bu süreçleri dikkate........
© Perspektif
