menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Cumhuriyet’in Kodları: Demokrasi ve Beka Meselesi

12 8
12.05.2025

Bugün Türkiye yeni bir döneme doğru gidiyor. Gidilen yer ve verilen mücadele, eskiden olduğu gibi adı konulmuş bürokrasi-halk karşıtlığı değil, anayasal kurumların anayasal kurumlar olmaktan çıkartılarak “millî irade” patenti altında iktidarın yasal bir enstrümanı haline getirilmesi ve buna karşı verilen mücadeledir.

“Ecnebilerin en çok korktukları, fevkalâde mütevahhiş oldukları İslamiyet siyasetinin dahi alenen ifadesinden mümkün olduğu kadar mücanebete kendimizi mecbur gördük” (TBMM Gizli Celse Zabıtları, 24 Nisan 1336/1920 Cumartesi, Dördüncü Celse, Açılma Saati: 4.05).

Mustafa Kemal Atatürk

Cumhuriyet Türkiye’si Birinci Büyük Harp’in külleri üzerinde kurulurken, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere devrin yeni aktörleri her şeyin farkında olarak yola çıkmışlardı. Yukarıda yazının başına konulan alıntı, Gazi Paşa’nın TBMM’nin açılmasının hemen sonrasında, 24 Nisan 1920’de Meclis’in gizli celsesinde yaptığı konuşma metninden alınma.

Cumhuriyet Türkiye’si o devirde iki şeyden ve bilhassa birinden şiddetle uzak durmayı, o günün siyasi şartlarının gereği olarak devletin resmî kodları olarak belirledi: Bunlardan biri Panislamizm, diğeri Pantürkizm.

Yeni devlet, adıyla sanıyla Türk devleti; Türklük de İslam ahali olarak kabul edilmiş ve bu, Lozan gibi uluslararası bir metinle hükme bağlanmıştı. Bununla birlikte yeni devleti kuran kurucu irade bu iki kavram üzerinden siyaset yapmayı ulusal çıkarlara aykırı gördü.

Bu şu demekti: Bizim sınırlarımız dışındaki soydaşlarımız ve dindaşlarımızla ilişkilerimizi belirleyen şey İslamlık ve Türklük umdeleri değil, doğrudan doğruya devletler hukukunun bütün taraflarca belirlenmiş ilkeleridir ve biz bunlara sonuna kadar bağlıyız. Bu anlamda biz ne Hindistan, Suriye ve Irak ne de Türkistan sahasındaki akraba ve din kardeşlerimiz üzerinde siyasi hiçbir hak talep etmiyoruz.

Resmî tez bunun üzerine tesis edilmiş ve sonrasında Türklük tanımı, Güneş Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi gibi tezlerle yeni bir mecraya girmiş ve ulus tanımı bu temel üzerine oturtulmuştu.

Tepkiler, Reaksiyonlar

Ne ki tıpkı II. Mahmut reformları gibi seküler bir zeminde inşa edilmeye çalışılan ulus tanımı ve onun icapları da geniş halk yığınları tarafından anlaşılmak istendiği gibi anlaşıldı ve kutsaldan tamamen kopma demek olan kavramlar tarihten gelen alışkanlıkla kendi mecrasında akıp gitmeye devam etti.

Bu konuda çok sayıda analiz olduğu için mevzu üzerinde daha fazla durmuyoruz. Şu kadar var ki, “millî birlik ve beraberlik” derken, bu kavram halk nezdinde “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın” şeklinde anlaşılmış ve din-ü devlet formu hem şekil hem de içerik olarak aynen devam ettirilmiştir. Bu sadece burada değil, hayatın hemen her sahasında böyledir.

Bu devirde halk nezdinde Cumhuriyet reformlarına adı tam olarak konulmamış bir direnç ve muhalefet olsa da bu açıktan açığa değil, bilhassa eğitim ve memuriyet amacıyla taşradan şehre gidenler tarafından “milliyetçi-mukaddesatçı” patenti altında yapılmıştır.

Serbest Fırka ve arkasından gelen DP deneyimleri, bir nevi “doğanın isyanı” ve olgunun kurguya galebesi olarak anlaşılabilir. Olguyla Cumhuriyet’in üzerine oturduğu sosyolojik ve tarihsel zemin, kurguyla da Cumhuriyet elitlerinin ülkeyi taşımak istedikleri yeni istikamet anlaşılıyor.

İki realite arasında, kökleri, bizim ilk ıslahat ve modernleşme deneyimlerimize kadar giden gerilimin nihaî safhası; erken Cumhuriyet’in kucağında bulduğu jeopolitik dengeler, acil ihtiyaçlar ve kurucu kadronun önemli bir kesimine hâkim olan pozitivist önyargılarla bunlara karşı gittikçe derinleşen tepkiler sonucu DP iktidarıyla noktalandı.

50 ve Sonrası

50’li yıllar ve sonrası, bambaşka bir deneyime sahne oldu. Bu sefer de kurucu kadroların günün şartları ve aldıkları pozitivist eğitimin bir sonucu olarak girdikleri çizgi, yeni devirle birlikte “millî irade” patenti altında kuralları açıkça belirlenmemiş başka bir keyfiliğe yol açtı.

Celal Bayar’ın hayatının sonlarına kadar sürdürdüğü ve anayasal........

© Perspektif