Hayal, hayat, mucize…
Bilen bilir; ana kucağını andıran tanrısal bir yüceliktir Ağrı Dağı. Ana kucağı gibidir, sığındığındır ve aynı zamanda sen yürüdükçe zirvesine doğru, ulaşılmaz, erişilmez olan…
Geceleri gökyüzünü bezeyen yıldızların bu denli parlak, kocaman ve muhteşem olduklarına tanıklık etmek için o yüceliğin bağrında olmalısınız; elinizi uzatsanız geceye ve gökyüzüne doğru yakalayacaksınız hissine kapılırsınız…
Gecenin ve yıldızların bir başka öğrettiğidir; aşağıda da göz alabildiğine bir dünya vardır yıldızların muhteşem güzelliğini taklit eden, öbek öbek ışıklarıyla. Şurası Iğdır, şurası Nahçevan, şurası Erivan, şurası Mako. Sınırların anlamsızlığını anlatır Ağrı’nın ve dağların geceleri. Arada karakollar, pusuya yatmış askerler vardır oysa, nedense “kutsal” denilen sınırları beklesin diye. Bu manasızlığı onlar da orada öğrenirler aslında; yollarını gözleyen ailelerinden, yavuklularından daha “kutsal” olabilir mi, dağları birbirinden ayırmak gibi olmayacak bir “görev” atfedilmiş bu sınırlar?
İnsanlık halidir elbette, bazen kimse kimseyi görmemelidir oralarda; ne siz bizi ne biz sizi, herkes yoluna… Ölümüne yürünecek yollardır, bakmayın bendeki romantizme siz.
Romantizm deyince… “Senin için romantik diyorlar” demişti bir “portatif” arkadaşım. “Ne demek romantik olmak?” diye sorduğumda, “ne bileyim” demişti, “şiir yazıyormuşsun, çiçek takıyorsun yakana, öyle şeyler.” Dilimin döndüğünce “romantik” olmanın kötü bir şey olmadığını anlatmaya çalışmıştım, maalesef şiir yazamadığımı da ekleyerek. Bir parçası olduğumuz bu muhteşem doğayı sevmemiz lazım, eğer bu romantik olmaksa, filan… “Ben” demişti sözümü keserek, “Harun hevale inanırım.” Ben, “hay Allah, anlatamadım romantik olmanın kötü bir şey olmadığını” diye düşünürken suratımı ekşitmiş olmalıyım ki, kendisi........
© P24
