Totaliter bir ekonomik düzenin gizlenen yüzü: Neoliberalizmde din işleri
Oysa bu teori toplumu toptan düzenlemeyi amaçlayan totaliter renkler taşıyor. Toplumdaki etnik ya da dinsel grupların kendilerini birer ekonomik aktör olarak ön plana çıkarmaları fikri de bu yaklaşımın bir parçası.
Neoliberaller devletlerle topluluklar arasındaki ilişkilerin bu şekilde daha demokratik olacağı iddiasındalar. Oysa 1980’lerden beri yoğun bir şekilde öne çıkarılan etnik ve dinsel şirketler deneyimi bize sonucun tam tersi olduğunu, bu uygulamanın yapıldığı yerlerde demokrasinin tehlikeye girdiğini gösteriyor. Ülkemizde tarikat ve cemaatlerin ekonomik alana başta sağlık ve eğitim olmak üzere birçok sektörde tekelleştikleri bilinmekte. Güneydoğu’daki aşiretlerin ve Kuzeydoğu’dan ise büyük aile ve klanların da onlardan geri kalır yanları yok.
DEVLET DESTEKLİ ETNİK YAPILAR
Özal döneminde daha önce gayrimeşru işlerle uğraşan birçok şahsın vergi afları, mali destekler ve açık devlet teşvikleriyle iş dünyasına yerleştirildikleri bilinen bir gerçek. Turizmde, seramik ve mermer sanayinde bunun bilinen örnekleri var. 21’inci yüzyılda da benzer dinsel ve etnik şirketlere her türden yeşil ışık yakıldı. Ekonomide devletçiliğe sözde karşı çıkan liberal proje sonunda iyice çarpık, yanlış işleyen ve bir yönüyle müdahaleciliğin zirvesine ulaşan bir mekanizma doğurdu. Devletin rant havuzundan nemalanan tarikatçı, cemaatçi, etnikçi ve klanlar olarak örgütlenmiş bir ittifak grubu ülkede baskın güç hale geldi. Bunların ortak yanı toplumun çoğunluğunu oluşturanlara karşı bir azınlıklar cephesi olarak davranmaları ve çağdaş devletin ilkelerine geri dönülmesini her yolla engellemeye çalışmalarıdır.
Ne yazık ki ülkemizin önemli bir kısmı neoliberalizm ile beyinleri yıkanmış ve dışarıdan fonlanan ekonomistleri ve sosyologları herkesin bildiği bu olgular üzerinde durmak ve bunu araştırmak yerine yeni yeni ve sadece ülkemizin daha da sömürülmesine yol verecek liberal formüller geliştirmekle meşguller. Mehmet Şimşek’e verilen destek de bunun belirtisi. Oysa sadece Türkiye değil dünyamız da artık neoliberal akımla devam edebilecek gibi değil.
Günümüzdeki derin ekonomik bunalımın, ABD ve diğer Batı ülkelerinin kurtulamadıkları sıkıntı ve dengesizliklerin nedeninin aydınlanmanın ortaya çıkardığı çağdaş devleti, kültürel ve özgür insanı reddeden neoliberalizm olduğu dünyada giderek daha fazla kabul görüyor. Neoliberalizmin insanlığı ekonominin esareti altında robotlaşmış varlıklara çevirme çabası tepki topluyor.
HER ŞEY EKONOMİ!
Klasik liberaller Marksizm’in alt yapının yani üretim ilişkilerinin belirleyiciliğini savunarak ekonominin önemini abarttığını iddia ederlerdi, neoliberalizm ise toplumun tümünü ekonomik aktörlerden ibaret görmeyi salık veriyor. Neoliberal aydınlar 40 yıldır Marksizmin alt yapı-üstyapı ayrımından da çok ileri giderek tüm insani faaliyetlerin ekonomik olduğunu iddia ettiler ve insanın her eylemini ekonomiye bağladılar. Sadece ekonomide değil siyasette, kültürde, bilimde, sanatta, her alanda.
Türkiye’de biz neoliberalizmin bu yaklaşımını önce Özal’ın “devleti şirket gibi idare etmek gerektiği” iddiasıyla öğrendik. Daha sonraki yıllarda dünyada iyice radikalleşen neoliberal ideolojiye göre aile ya da ekonomide hane halkı olarak geçen kavram da aslında ekonomik bir girişim olarak görülmeye başlandı. Hane halkı input, output hesabı yapan bir şirketti. Bireyler ise ekonominin başlıca aktörleriydi.
Radikal savunucuları eski “kaba solcular” olan neoliberalizm eşitlik ve özgürlük kavramını da ekonomi içinde boğmayı ihmal etmedi. Neoliberalizme göre eşitlik ekonomik aktörlerin üretici veya tüketici olarak kararlarını serbestçe alabilmeleriydi. Kuşkusuz buradaki “serbestiyet” kavramı felsefeden haberi dahi olmayan ezberci eski solcunun piyasanın totaliter kuralları içindeki serbestiyet anlayışıydı.
Neoliberaller için herkes, hatta bir işşiz ya da emekli bile sosyal bir muhatap değil sadece ekonomik bir unsurdu. Üretici değilse tüketici olarak… İnsanların neoliberal rejimde temel gereksinimlerini bile karşılayamayacak durumda olmaları neoliberalleri ilgilendirmiyordu, çünkü onlar gereksinim kavramını sadece tercih, “tüketim tercihi” olarak gösteriyorlardı. Bu durumda sadece devlet ve aile (hane) değil aynı zamanda da her birey bir şirket olmaktaydı.
Kültür, inanç, özgürlükler her şey ekonominin yararlanacağı kaynaklardı. İyi ya da kötü kavramı yoktu. Her türlü insan etkinliği bir ekonomik eylemdi. Örneğin fahişeler “seks işçileri” idi. Bu durumda her kadına potansiyel bir hammadde........
© OdaTV
visit website