Milli burjuvazi mi yoksa komprador aldatmacası mı... Küresel Güney'in gerçek yüzü
Böyle bir kesim mevcut ise gücü ve ağırlığı ne ölçüdedir? Bu ülkelerde bir kısım solun kendi bilinen toplumsal projelerini bir yana bırakıp “milli” olarak gösterdiği bu kesimlerin peşine takılmaktaki amacı nedir?
Öncelikle şunun altını çizelim: Sol kesimde kendi ülkelerindeki egemenlerin peşine takılanlar yanında tüm dünyaya demokrasi ve refahın emperyal ülkeler tarafından getirileceğini savunanlar da bulunuyor. O kesim de sonuç olarak yine kendi ülkesinin egemen sınıfını emperyal güçlerle işbirliği noktasında desteklemiş oluyor. Bu iki grubun ortak yanları ise sol projenin özü olan yeni bir ekonomik ve sosyal sistem arayışını bir tarafa bırakmış olmaları.
MARKSİZMİN 100 YIL ÖNCESİ ANALİZİ
Marksizmin eski emperyalizm teorisi geri kalmış ülkelerde klasik olarak iki tür burjuvazi bulunduğunu kabul ediyordu. Bir yanda milli burjuvazi yani bağımsız, kendi yerel çıkarları bulunan ve varlığı bir ulus-devlete bağlı olan kesim. Ve diğer yanda “komprador” burjuvazi - yabancı sermayeye boyun eğen, egemen konumunu yabancı ülkelerin bayiliği sayesinde sürdüren bir başka kesim.
60’lı yıllarda burjuvazi olgusuna bu açıdan bakan bir kısım sol ülkemizde de yabancı emperyalizme karşı çıkan ve kendi ülkesinin bağımsızlığını savunan ve bu nedenle belirli koşullarda sosyalistlerin kısa vadeli müttefiki olabilen bir milli burjuvazi olduğunu iddia ediyordu. Bunun ekonomik ve sınıfsal temellerini kanıtlamakta zorluk çeken bazı teorisyenler “asker-sivil aydınların” bu hayali müttefikin sözcüsü olduklarını öne sürmüşlerdi. Ancak Türkiye’de tüm aramalara rağmen milli burjuvaziden eser bulunamadı, aksine kendi halkını sömürerek biraz para kazanan herkes ülkenin şu ya da bu değerini yabancılara pazarlamayı iş insanı konumunun olmazsa olmazı olarak gördü. Piyasayı temsil eden kim varsa Amerikancı ve sağcı çıktı.
Sık tekrarlanan bir deyimle tarihi tarihçilere bırakalım ve 60’ların tartışmalarına girmeyelim ancak 1980 sonrası dünyada ve Türkiye’deki gelişmelerin bu teoriyi geniş ölçüde kadük (eskimiş, geçerliliğini yitirmiş) hale getirdiği ortadadır.
Neoliberal küreselcilik döneminin Reagan-Thatcher ve Türkiye’de Özal ile birlikte açılmasıyla birçok ülkelerde yaşanan bir gelişme bizde de tekrarlanmış ülkemiz ekonomisi dünya kapitalizminin bir parçası haline gelmiştir. Özal’ın ithal ikamesini kaldırıp ekonomiyi ihracata dayandırmasının anlamı bundan başka bir şey değildir. Bu yeni politika bir siyasal partiye ait olmayıp devlet politikasıdır ve 12 Eylül rejimi ve devamı tarafından aşamalar halinde yürürlüğe sokulmuştur.
KOMPRADOR DEVLET
Başka yönlerden pek beğenmesem de Rusya Duma üyelerinden Mikhaïl Delyagin’in güzel bir saptaması var: İzledikleri politikalar nedeniyle bazen devletler bile olduğu gibi komprador haline gelebiliyorlar. Delyagin bu tanımlamayı 21’inci yüzyıl başındaki Rusya için yapmıştı. 12 Eylül 1980’den 21’inci yüzyılın başında Kemal Derviş reformlarına kadar olan süreçte Türkiye ekonomisi “yapısal........
© OdaTV
visit website