Kimse fark etmedi çanlar çaldı
Haftalardır Trump hakkında yazıyorum. Sürekli can pazarı halindeki Türkiye’de kamuoyu değişen dünyanın ayrımında değil. Genellikle bir magazin olayı gibi izledikleri ABD’deki gelişmelerin ülkemizin de geleceğini nasıl belirleyeceği üzerinde pek düşünülmüyor. Oysa yeni ABD Başkanı’nın geçtiğimiz hafta Davos’ta söyledikleri bile özellikle Türk iş dünyasını şoke edecek nitelikte. Trump dünya iş insanlarına şöyle diyor: “Tüm yatırımlarınız ABD’de olacak. Size dünyanın en iyi vergi uygulamasını yaparım. Elbette buna mecbur değilsiniz, üretiminiz başka yerde de olabilir ama o takdirde malınızı bize satamazsınız ya da sizden gümrük vergisi alırım”.
Kuşkusuz Trump’ın yeni politikalarının özü ekonomik. Ancak bu ekonomik politikalar yeni ve geniş çaplı bir hegemonyacı çizgiyi de birlikte getiriyor. Peki, yeni Trump yönetiminde Ankara’nın son yıllarda iddia ettiği şekilde “dış politikada daha özerk davranma” olanakları artabilir mi? Başka bir deyişle Türkiye ABD ile iyi ilişkilerini bozmaksızın daha bağımsız olabilir mi? Bu soruya cevap vermek için Trump’ın MAGA-Make America Great Again (Amerikayi Yeniden Harika Yap) politikalarına bir bakalım.
KÜRESELLEŞME ABD’NİN KÜRESELLEŞMESİYDİ
Geçen hafta ABD’nin geçmiş dönemde uyguladığı neoliberal küreselci politikaların bir anlamda “ağ atma” olduğunu Trump’ın şimdi balık ağlarını topladığını yazmıştım. Küreselleşen Batı sermayesi son 25-30 yılda dünyada ve özellikle yükselen ekonomilerde genel bir zenginleşme yaratmıştı ve şimdi ABD bundan aslan payını alma zamanı geldiğine inanmaktaydı.
Küreselleşme kuşkusuz serbest piyasa ekonomisinin ya da daha geniş anlamıyla kapitalizmin yaygınlaşmasıydı. Ama konuya politik açıdan baktığımızda bu aynı zamanda Batı dünyasının ve onun lideri ABD’nin politik gücünün de yayılmasıydı. Ve şimdi o politik güç MAGA ile ortaya çıkmış durumda
Öte yandan sermayenin eğilimi doğal olarak yoğunlaşma ve tekelleşme olduğundan en büyük şirketlerin, en ileri teknolojinin giderek daha fazla tek bir piyasada yani ABD’de olması kaçınılmaz bir gidiş. ABD inovasyon ve yüksek teknolojide diğer Batılı ülkelere fark atıyor, askeri alanda da tartışmasız bir üstünlüğe sahip ve bunu istihbarat ve strateji olanaklarıyla birleştiriyor, dolayısıyla şimdi müttefiklerini hizaya sokma peşinde.
Daha çok sol çevrelerde kullanılan “emperyalizm” kavramı aslında uzun zamandan beri ABD ve Batı’nın durumuna uymuyor. “Emperyalizm” daha çok impartorluk peşinde koşmak anlamına geldiğinden ABD için geride kalmış bir hedef. ABD liderliğindeki Batı yani başka bir ifadeyle G7 ülkelerinden oluşan birlik çoktandır gevşek de olsa bir imparatorluk sayılabilir. Şimdi yaşadığımız ise merkez ABD’nin çevre ile arasındaki bağları sıkılaştırması. Bir süre yatay olarak dünyaya yayılan imparatorluk şimdi dikey olarak egemenliğini pekiştiriyor ve Trump burada bir sembol. Trump etrafında bir koalisyon kurmuş olan ABD egemenleri imparatorluklarına çekidüzen veriyorlar.
Gücünü, giderek kendini daha açık bir şekilde ifade eden üstünlüğüne, askeri ve teknolojik alanların bölünmemiş hakimiyetine dayandıran Donald Trump, NATO'yu bir tür Varşova Paktı'na dönüştürmeyi ve geriye kalan özerk hatta rakip sayılabilecek yapıları etkisiz hale getirmeyi amaçlıyor. NATO üyelerine “milli gelirinizin %5’i kadar askeri harcama yapacaksınız ve ABD ürünleri alacaksınız” demenin başka bir anlamı yok. Trump, Paris iklim anlaşmasından tek bir kararnameyle ayrıldı, Kanada ve Danimarka gibi iki sıkı müttefikini bir derebeyi gibi azarlamaktan çekinmiyor. Oldukça pervasız konuşuyor ve “patron benim” demek istiyor.
TRUMP TÜRKİYE İÇİN SIKINTILI
ABD’nin açıkça bilinen siyasal amacı Çin’i etkisiz kılmak ve burada başarılı olduğu ölçüde bir........
© OdaTV
