Olumsuzluğun Politikası: Demokrasi, Fetişizm ve Kriz Çağında İnsanlık
Bugünün dünyasında en büyük yanılgılardan biri, “demokrasi” adını verdiğimiz düzenin gerçekten halkın kendi iradesini yönetime dönüştürdüğü inancıdır. Oysa bu inanç, tıpkı paranın büyüsüne kapılmak gibi, bir yanılsamadan ibarettir. İnsanlar, kendi kurdukları düzenlerin, kendi elleriyle yarattıkları kurumların, kendilerine yabancılaşmış biçimlerine boyun eğiyor. Demokrasi adı, çoğu zaman eşitsizliğin üzerini örten bir törene dönüşmüş durumda: sandığa gidiyoruz, sesimizi verdiğimizi sanıyoruz, ama sesimiz, bir gün sonra sistemin duvarlarında yankısını yitiriyor.
Burjuva demokrasisi krize girdiğinde bile ayakta kalabiliyor; çünkü kriz, bu düzenin kendi kendini onarma biçimidir. Toplumsal çelişkiler büyüdükçe, sistem onları soğurup yeniden biçimlendirir. Böylece akıl dışı bir düzen, rasyonel bir biçim altında varlığını sürdürür. Emek, yaşam, umut – hepsi birer değişim ölçüsüne indirgenir.
Bugün meydanlarda, ekranlarda, “adalet”, “özgürlük”, “halk” sözcükleri yankılanıyor; fakat bu sözcükler bile çoğu kez sistemin diliyle söyleniyor. Muhalefet bile, çoğu zaman iktidarın dilinde konuşuyor. Demokrasi, bir özgürlük alanı değil, rızayı yeniden üreten bir mekanizma haline geliyor. İnsan, kendi itaatini kendi ağzıyla dile getiriyor.
Soruyu başka türlü sormak........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d