Bir Mahpusluk Halidir Bu Memleket
Bir ülkeyi anlamak için hapishanelerine, yani adaletin son durağına bakabilirsiniz. Demir parmaklıklar sadece suçluları değil, sistemin günahlarını da saklar.
2002’de Türkiye’nin nüfusu 67 milyondu ve cezaevlerinin kapasitesi 70 bindi. 35 bin civarında hükümlü, 26 bin civarında tutuklu vardı. Gerisi boş. Yani yer vardı, umut belki azdı ama hâlâ bir boşluk, bir ihtimal mevcuttu…
Bugün o boşluk kalmadı. Cezaevlerinde yer yok; artık sadece bedenler değil, toplumun bütün birikmiş öfkesi de içeri tıkılmış durumda.
Mahpus sayısı 1 Eylül 2025 itibarıyla 419 bini aşmış. Avrupa Konseyi ülkeleri arasında birinci sıraya yükselmişiz. Bu sayı, cezaevlerinin kapasitesinin yüz bin kişi üzerinde demek. Nüfus 22 yılda yalnızca yüzde 26 artarken, hükümlü ve tutuklu sayısı neredeyse yüzde 600 yükselmiş. Sistem taşıyor, duvarlar çatlıyor…
Daha fazla suçlu, daha fazla çözümsüzlük üretiyoruz. “Çift camlardan ses gelmiyor…”
Adaletin terazisi artık ölçmüyor; bir tarafına korku, diğerine öfke yığılmış durumda.
Üstelik rakamlar yalnızca yetişkinleri anlatmıyor. Sadece 2024 yılında 41 bin 488 çocuk için mahkûmiyet kararı verilmiş…
Tarihin en karanlık dönemlerinden biri sayılan 12 Eylül’de bile cezaevinde 79 bin insan vardı, bugün 420 bine dayanmış. Demek ki darbe yapmadan da bir toplumu darbenin ruhuna teslim etmek mümkünmüş…
Cezaevi sayısı artıyor, kapasiteler genişliyor, yeni binalar törenlerle açılıyor. Sanki bu bir başarıymış gibi, övünç vesilesiymiş gibi.
Bir ülke, hapishanelerini gururla açmaya başlıyorsa, aslında kendi vicdan kapılarını sessizce kapatıyordur.
İktidarın elinde bir tür kutsal beşli var artık: Adliye, cezaevi, saray, imam hatip ve cami. Birincisi yargılıyor, ikincisi kapatıyor, üçüncüsü hükmediyor, dördüncüsü şekillendiriyor, beşincisi teselli ediyor.
Cezaevlerinin doluluğu kadar, suçun niteliğine dair sayılar da başka bir acı gerçeği çarpıyor toplumun yüzüne.
Örneğin 2023 ile 2024 yıllarını kıyaslayan verilere göre; dolandırıcılık yüzde 41 artmış, uyuşturucu kullanımı yüzde 33, imalatı ve ticareti ise yüzde 21.
Sahtecilik, kasten yaralama, adam öldürme, taciz… Her biri çift haneli artışlarla ilerliyor. Ülke suça batmış adeta.
Suçun çoğalması eşittir umudun azalması. Çünkü insanlar suç işlemeden önce çoğunlukla umudu kaybeder ve umudun olmadığı yerde yasa değil, korku işler.
Bugün cezaevlerinde yer yok; o yüzden salıveriyoruz. Dışarı çıkan, artık eskisi gibi biri olmuyor. Daha kırgın, daha öfkeli, daha savunmasız… Devletin cezalandırdığı ama ıslah edemediği her birey, toplumun güvenlik dengesiyle birlikte huzurunu da zedeliyor. Bu insanlar hayata dönmüyor, hayata karışıyor; çoğu içlerinde büyüyen öfkeyi dışarıda bir yerlere bırakmaya hazır. Islah edilemeyen adalet, bir süre sonra toplumun kendi içinde dolaşan bir tehdit hâline geliyor.
Şartlı salıvermeler, infaz düzenlemeleri, af yasaları… Kâğıt üzerinde adaletin esnek yüzü gibi görünür ama uygulamada toplumun vicdanında derin bir boşluk bırakır. Bir suç işleniyor, fail otuz yıl ceza alıyor, birkaç yıl sonra bir bakıyorsunuz, dışarıda........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d