menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ahlaki yangınlar, Kartalkaya’da küllenen vicdan, CHP’nin dimyat hikayesi, Ayşe Barım ve Halk tv gözaltıları

12 31
30.01.2025

Vicdan, bireysel ahlaki ilkelerimizin farkına varmamızı sağlayan içsel bir pusuladır. Bu ilkelere sadık kalmak, bizi doğru olarak gördüğümüz eylemleri gerçekleştirmeye yönlendirir. Ahlak, toplumun yapısını çizen unsurların başında gelir ve vicdan, bu yapının korunmasında kullanılan en güçlü malzemedir.

Ahlak felsefesi, bireyin özgür iradesini ve bu iradeyle alınan kararların sonuçlarını üstlenme sorumluluğunu vurgular. Gerçek anlamda sorumluluk, özgür iradeyle alınan kararların bilincinde olmayı gerektirir. İrade ve vicdan birleştiğinde, insanlar yalnızca kendileri için değil, aynı zamanda çevrelerindeki diğer insanlar ve canlılar için de doğru olanı yapma güdüsüne sahip olurlar. Bu süreçte, sorumluluk hissi, bireyin kendi karar ve davranışlarının sonuçlarına katlanmaya hazır olması anlamına gelir ve bu, ahlak felsefesinin özgürlük ile derinlemesine ilişkilendirildiği temel bir kavramdır.

Ahlaki değerler, bilinçli bir özne tarafından diğer canlılara yönelik davranışlarda kendini gösterir. Örneğin, bir bireyin veya kurumun yangın güvenliği standartlarını ihmal etmesi, yalnızca hukuki bir sorumluluk değil, aynı zamanda ahlaki bir sorumsuzluktur.

Kartalkaya'daki elim yangın faciası, vicdani ve ahlaki sorumlulukların ne kadar hayati olduğunu ve toplumun ne yazık ki bu değerlerin nasıl uzağına düştüğünü açıkça ve korkunç bir biçimde ortaya koyuyor. Akılcı düşünme yetisi ve bilinç gerektiren sorumluluk duygusundan nasıl hoyratça koparıldığını… Sorumluluk, mutlak surette özgür olmayı gerektirir. Vicdan sahibi olmanın yolu da özgürlükten geçmek zorundadır.

Öyleyse bu olaydan elimizde kalan; özgürlükten yoksun bireylerin ahlak, vicdan ve sorumluluk duygusu eksikliğidir.

Özellikle son dönemde toplumumuzda kundaktan başlayarak yüceltilen değer “özgüven”. “Özgüveni yüksek”, “kendine inancı tam” bireyler yetiştirmek için tüm bir ebeveynlik kavramını bile silip yeniden yazdık. Toplum olarak özgüveni özsaygının önüne koyduk. Halbuki yüceltilen değer özgüven yerine özsaygı olmalıydı.

Doğru yapmak ve doğru olanı yaptığın için kendine saygı duymak, yanlış olanı sürdürmemek, değiştirmek, sorumluluk almak, vicdan, ahlak… Çünkü gerçek özgürlük, kararlarımızın sonuçlarına sadece katlanmakla kalmayıp, onları şekillendirecek sorumlulukları da omuzlamaktan geçer.

Vicdan, yalnızca bir iç ses değil, aynı zamanda bizleri diğerlerinin acılarına karşı duyarlı kılan ve adalet arayışımıza yön veren derin bir ahlaki kılavuzdur.

Her bireyin ve her toplumun vicdanla sınandığı anlar vardır; Kartalkaya'daki yangın gibi trajediler, toplum olarak ahlaki pusulamızı ne kadar iyi kalibre ettiğimizi test eder.

Peki biz bu son testten geçer not alabildik mi?

Herkes suçu birbirine atıyor. Aslında suçlu hepsi, hepimiz suçluyuz. Otelin mimari planlamasından başlayarak, izin verenler, görmezden gelenler, erteleyenler, ihmal edenler, önemsemeyenler… Bakanlığı, belediyesi, il özel idaresi, itfaiye çalışanları… O ızgarayı açık bırakanlar, o davlumbazın temizliğini yapmayanlar, alevlenen ocağı suyla söndürmeye çalışanlar, nasıl söndürüleceğini bilmeyenler, onlara nasıl söndürüleceğini öğretmeyenler, o eğitimleri vermeyenler, yangın henüz ufakken, söndürülebilir seviyedeyken müdahale etmeden kaçıp gidenler, yüzlerce kişiyi aynı anda ağırlayan koca bir turistik otele yangın söndürücüleri koymayanlar, çalışmayan yangın alarm sistemini umursamayanlar, yağmurlama sistemini kurmayanlar, yol gösterici levhaları oraya koymayanlar, tüm bu eksiklikleri görmeyenler, görüp de görmezden gelenler, görmezden gelip de punduna uydurmaya çalışanlar, liyakatı değil sadakati kaale alanlar, kuzenlerini yardımcı, kayınçolarını, eniştelerini müdür yapanlar, tüm bu olup biten karşısında sessiz kalıp, dilsiz şeytanlık yapanlar…. Günahkarlar.

Koltuklarını bırakmayanlar, kötüye kullandıkları ünvanlarından istifa etmeyenler zaten çoktan insanlıktan istifa etmişler.

Onların insanlıktan almadıkları nasibin bedelini, en az 36’sı çocuk, 78 kişi canıyla ödedi.

Kalanlarsa bu olayda sorumluluğu olanların paçasını kurtarma derdinde… Bedelini ödetmek yerine…

Hiçbirinin diğerinden farkı yok; ne iktidar, ne muhalefet. Tüm bu yaşanan felaketten sonra turizm bakanı istifa ediyor mu? Hayır. Ana muhalefet partisi, Bolu Belediye Başkanı’nın istifasını isteyebiliyor mu? Hayır. Biri de çıkıp siyasi sorumluluk almaz mı… Almıyor işte. Aksine Bolu Belediye Başkanı’na sahip çıkmak, destek olmak için CHP grup toplantısında açıklama yapılıyor.

Halbuki Tanju Özcan’ın, yakın bir akrabasını itfaiyeden sorumlu müdür olarak ataması, arada gidip gelen evraklar, geri çekilen dilekçeler… yerel yönetimlerdeki nepotizm ve sorumluluk eksikliği… Evrensel siyasette bu tür etik dışı tutumların istifa veya ciddi yaptırımlarla sonuçlanması gerekirken, Türkiye'de bu tür durumlar genellikle partizan savunmalarla geçiştiriliyor.

Hele ki sol ideolojiye mensup bir politikacı olarak, yanlışa yanlış diyebilme ve gerektiğinde istifa edebilme gibi davranışlar özellikle beklenen bir tavırken (ki Tanju Özcan, zamanında, kendine göre haklı birtakım gerekçelerle, şiddetle Kılıçdaroğlu’nun istifasını istemiş bir isimdi) maalesef bu adımlar atılmıyor. Halbuki bu tavır, en çok CHP’ye, en çok sol geleneğe yakışır, en çok CHP’ye onurlu, örnek teşkil edebilecek bir duruş kazandırırdı.

Bu, Türkiye'de sol siyasetin ve genel olarak tüm siyasi spektrumun içine düştüğü bir çıkmazı yansıtıyor: Siyasi sorumluluğun gereklerini yerine getirme konusunda ciddi bir isteksizlik.

Solun tarihi, ideolojik olarak halka hizmet ve şeffaflık üzerine kurulu olsa da, pratikte bu değerlerin yoğun bir ihlali söz konusu.

Siyasi liderlerin ve kamu yöneticilerinin, bu tür durumlar karşısında sorumluluk alması ve gerekirse istifa etmesi, toplumda saygınlığın........

© Muhalif