Türkiye Modeli ve Yeni bir Model İhtiyacı
Sorunlu ekonomisine ve arada bir kesintiye uğrayan demokrasisine rağmen, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Türkiye, din ve devlet işlerinin birbirinden yasal olarak ayrıldığı laik bir toplumsal modeldi. Cumhuriyetin kurucu kadroları, laikliği Atatürk devrimlerinden önce, kozmopolit İmparatorluk döneminde yaşamaya başlamış, bu nedenle Cumhuriyetin inançla siyaseti, dinle hurafeyi, en önemlisi vicdanla cüzdanı birbirine karıştırmayan amacına çabuk uyum göstermişlerdi. O kuşağın mensupları sanıldığının veya iddia edildiğinin aksine oldukça da dindardı. Ama bunu gösteriş ve çıkar için kullanmaz, vicdan muhasebesine koşut tutarlardı. Toplumsal dinamikler zaman içinde bu modelde derin gedikler açtı. Din ve inanç siyaseti, maddi çıkarın merkezine oturdu. İnsafsız iman ve itikatsız ibadet, ahlaki değerleri erozyona uğrattı. Buna rağmen AB ve IMF reformları sayesinde gösterdiği ekonomik başarı, 2000 li yılların başında, Türkiye’nin kurumları ve kuralları ile düzgün işleyen bir piyasa ekonomisi modeli haline gelmesine, hatta bölgesel bir güç rolü oynama hevesine kapılmasına kapı araladı. O yıllarda Orta Doğu ve Balkan ülkelerinden gelen meslektaşlarıma, ne iyi işleyen liberal piyasa ekonomisinin, ne de Kopenhag kriterlerine uyum süreci ile yerleştirilmek istenen hukuk devleti ve demokrasisinin, Türkiye’nin özgün modeli olduğunu, ama laik demokrasinin iyi bir model olduğunu anlatmaya çalışırdım. Türkiye zamanla yörünge değiştirdi. Demokrasi treni yavaşladı. Ekonomik başarı hesapsızlıklar nedeniyle tökezledi. Kazanımlar dar boğazlarda kayalara çarparak aşındı. Yoksulluk, yolsuzluk derinleşti; Yozlaşma ve çelişkiler olağanlaştı. Ama tam model olmaktan çıktı derken “bet emsal” olarak beklenmedik biçimde bazı ülkeler için keyfi yönetim modeli oldu, çıktı. Tabii bu model de yeni ve Türkiye’ye özgü değil. Ama Türkiye’nin savrulduğu demokrat kisveli keyfilik, şimdi en ileri ülkeler için bile bir model olabiliyor.
“Suyumu Bulandırdın” ve Habeas Corpus
Türkiye’de yönetim, olmayan suç yaratmayı, iftira atmayı, istibdat dönemi jurnalciliğinin geri dönüşünü ve hukuksuz tutuklamaları istisna değil kural haline getirdi. “Kimseler duymadan hükümler giymek”;........© Muhalif
