menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Vatan Yahut Silistre…

13 1
07.06.2025

Tiyatroya girdikten sonra hemen oyuncu odalarının bulunduğu üst kata çıktı. Holdeki boy aynasına bakarak gür ve bukleli sakalını taradı. Fesini çıkarıp, Tarlabaşı’ndaki Polonyalı berbere özel olarak yaptırdığı peruğun düzgün durup durmadığına baktı. Sonra aşağıya inip salonun en arkasındaki sıraya oturdu. Tiyatronun sahibi ve yöneticisi Güllü Agop da yanına yerleşti. Şef Meynadier Soulie’nin işaretiyle orkestra çalmaya koyuldu ve gösteri başladı.

Karakaşyan kız kardeşlerin minik bale gösterisi, iyice kapalı hale getirilmiş kostümlerle ve ağırlaştırılmış Jacques Offenbach müziği eşliğinde yapılan üç kişilik bir “Kankan” dansı. Kısa bir ara. Sonra dekor sanatçıları Merlo ve Fornari’nin bu oyun için özel olarak yaptıkları bir kale manzarası sahneyi kapladı. Tiyatronun görevli ‘çerağcısı’ salondaki bakır işlemeli, opalin gaz lambalarını teker teker söndürdü.

Oyun başladı. Yaklaşık iki saat boyunca, vatan uğruna nişanlısını bırakıp cepheye giden İslam Bey, onun peşinden erkek kılığına girip Adem adıyla savaşın ortasına atılan nişanlısı Zekiye, Kale Komutanı Miralay Sıtkı Bey, o cepheden bu cepheye koşturup, gerçek bir savaş ustası olmuş ve ölümü bile umursamayarak, her tehlikeye “kıyamet mi kopar birader” diye atılan Abdullah Çavuş, salonu tıklım tıklım dolduran seyirciyi iyice heyecanlandırdı. Kırım’ın uzak bir köşesinde Rus ordusunun saldırısına uğrayan küçük bir kaledeki Osmanlı askerinin kahramanlığı, fedakarlığı seyirciyi yerinde duramaz hale getirdi. Hele orkestranın en uygun zamanlarda Cezayir Marşı, Buna Er Meydanı Derler, Hücum Marşı gibi savaş temalı parçalar çalması, salonu hepten elektriklendirdi. Orkestranın çaldığı Millet-i Osmani marşının son mezurları da havada dağıldıktan sonra salonda derin bir sessizlik oldu. Sonra birkaç cılız alkış duyuldu.

Derken bu alkışlar hızla yükseldi. Salondaki yüzlerce insan hep bir ağızdan bağırmaya başladı. ‘Yaşasın Hürriyet’, ‘Yaşasın Vatan’ diye haykırıyorlardı. Dışarıya çıktılar. Gece yolculukları için yanlarında getirdikleri fenerleri yaktılar. Sesleri duyan ve fener ışıklarını gören mahalle halkı da sokağa çıkıp, bu kalabalığın arasına karıştı.

Böylece 1 Nisan 1873 Salı gününün o yağmurlu gecesinde yüzlerce insan semtin sokaklarını doldurdu. Kalabalık, tiyatro binasından iyice uzak yerlere de taştı. Oyunun yazarını alkışladılar ve ‘Yaşa Kemal’ diye bağırdılar. Bu arada padişahın değişmesini ve kardeşi veliaht Murat’ın tahta çıkmasını isteyenler de oldu. “Murad’ımıza ermek isteriz” diye bağıran bu kişilerin vatandaş mı yoksa sarayın resmi kışkırtıcıları mı olduğu hiç anlaşılamadı. Asesler, zaptiyeler, karakullukçular Gedikpaşa semtini bastı. Göstericiler kovalandı. Yakalananlar da hırpalanarak en yakın güvenlik merkezlerine götürüldü. Genellikle tepkisiz Osmanlı toplumunda o gece böyle bir patlamaya neden olan kişi, yani oyunun yazarı olaylar karşısında ürktü. İki üç arkadaşıyla birlikte perdeleri kapalı bir kupa arabaya binip, Atikali’de oturan bir akrabasının evine doğru yola çıktı.

Olayların o gece biteceğini, daha sonra da saraya yakın tanıdıkları aracılığıyla bu işten sıyrılacağını hesaplıyordu. Hiç de öyle olmadı. Tiyatro kapatıldı. Tiyatro sahibi Güllü Agop ile oyunculardan bazıları tutuklandı. Sonra da en kötüsü geldi. Oyunun yazarının, yani kendisinin Kıbrıs Magosa Kalesi’ne sürgün edildiği açıklandı.

Hiç yargılanmadan hakkında verilmiş bulunan bu sürgün kararı, onu önce çok korkuttu. Sonra ansızın tuhaf bir düşünceye kapıldı. Kendisini bu kadar çok seven halk, onu mutlaka kurtarırdı. Sadece dört perdelik bir oyununu seyretmekle böyle ayaklanan, padişaha ve kolluk kuvvetlerine karşı gelen halk, canı pahasına da olsa onu kurtarır ve Kıbrıs’ta zindana atılmasına izin vermezdi. O gece çok rahat uyudu. Sürgüne yollanacağı tarih yaklaştıkça halkın ya da onun baskısıyla padişahın kendisini kurtaracağına olan inancı iyice........

© Muhalif