Taşın İçindeki İnsan: Michelangelo’nun Yalnızlığı, İnancı ve Davut’un Sessizliği
Floransa sabahının taş sokaklarından yürürken insan ister istemez başını kaldırır.
Katedrallerin kubbeleri, dar sokaklardan süzülen ışık ve bir yerlerde Michelangelo’nun gölgesi.
Beş yüz yıldır hâlâ oradadır o: keskiyi eline almış, mermerle konuşan, Tanrı’yı sorgulayan, insanın içindeki ilahi kıvılcımı taşın içine hapsetmeye çalışan adam.
Bir mermer çocuğun hikâyesi ; Michelangelo di Lodovico Buonarroti Simoni, 1475 yılında Toskana’nın Caprese köyünde doğdu. Babası Lodovico, köklü ama fakirleşmiş bir bankerdi. Soyluluk iddiasına sıkı sıkıya sarılır, sanata ise “geçici bir heves” olarak bakardı.
Annesi Francesca Michelangelo henüz altı yaşındayken öldü.
O, Carrara mermer ocaklarının yakınlarında yaşayan bir süt annenin yanında büyüdü.
Yıllar sonra şöyle diyecekti:
“Eğer taşa bu kadar düşkünsem, sebebi sütümledir; sütüyle beraber mermeri içime çekmişimdir.”
Belki de o yüzden Michelangelo, insanları değil, taşları anlamayı seçti. Çünkü taşlar susar, ama yalan söylemez.
Genç yaşta çizim yeteneği fark edildi. Ressam Domenico Ghirlandaio’nun atölyesinde çırak olarak başladı.
Orada perspektifi, renkleri, fresk tekniğini öğrendi ama onu asıl büyüleyen şey, taşın içinde gizli duran formlardı.
Kısa süre sonra Lorenzo de’ Medici’nin sarayına girdi. Orada antik heykellerle, Platon’un felsefesiyle ve hümanizmin doğuşuyla tanıştı.
Floransa, o dönemde Tanrı’nın değil insanın yüceltildiği bir laboratuvardı.
Michelangelo’nun zihninde o dönemde bir fikir filizlendi:
“Tanrı insanı kendi suretinde yarattıysa, insanı anlamak Tanrı’yı anlamaktır.”
Floransa Katedrali için yıllar önce ayrılmış, devasa ama kusurlu........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d