menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sürdürülebilir mi?

8 1
12.09.2025

Mukayese başlığını taşıyan son yazımda 2000’li yılların başında yaşadığımız ekonomik kriz ile bugün içinden geçtiğimiz ekonomik krizin koşullarını kıyaslamaya çalışmış ve koşulların aynı olmadığını vurgulamıştım. Kısaca hatırlatmak gerekirse dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in merhum Başbakan Bülent Ecevit’e anayasa kitapçığını fırlatması bahanesi ile başlayan finans kaynaklı kriz, Dünya Bankası ikinci başkanı merhum Kemal Derviş’in o günkü koalisyonun (DSP-ANAP-MHP) adeta dördüncü ortağı olarak sisteme dahil edilmesi ile, çok gönüllü olmasa da yapılan reformlar sayesinde atlatılabilmişti. Yapılan Derviş reformları özellikle bankacılık alanında bir devrim niteliği taşıyacak, kısaca yapısal reformlar olarak adlandırdığımız, ekonomi alanında özerkliği beraberinde getiren diğer tuğla taşlarıyla Türkiye’nin krizden çıkmasının önünü açacaktı. Ancak çıkış yolunu sadece Derviş reformları ile sabit tutmak da eksik bir anlatım olacaktır. Türkiye 2 Kasım 2002 seçimlerine gittiği süreçte çok önemli bir hikayeye de sahipti: AB ile tam üyelik hikayesi. Bu hikaye esas itibarı ile AB yoluna giren Türkiye’de iktidara kim gelirse gelsin demokrasiye, hukukun üstünlüğüne saygılı bir devlet yapısından sapılmayacağının garantisi olarak görülüyordu. AKP iktidarının ilk yılları bu algı sayesinde bir başarı öyküsü olarak kayda geçecekti.

“Peki ya şimdi?” sorusuna geçmeden önce kısa bir uluslararası konjonktür tanımlamasını da yapmak elzem gözüküyor.

2000’lerin başına döner ve 3 Ekim 2004 Türkiye-AB müzakere çerçeve belgesine kısaca........

© Muhalif