Sürdürebilirlik
Cumhuriyet tarihinin en büyük krizini yaşadığımız bir gerçek. Ekonomik kriz, siyasi kriz, dış politikada kriz derken bir de deprem krizi yaşadık ve daha ne kadar yaşayacağımızı bilemiyoruz.
Depremden başlayalım. Her deprem sonrasında yazdığım yazının başlığı “Sosyal ve doğal afet bölgesi” olurdu. Evet deprem bir doğal afet ve ülkemiz ne yazık ki fay hatlarının üstünde olan bir ülke. İçinde yaşadığımız coğrafyanın antik tanrıçasını hatırlayan var mı? Hani iki koca memesi ile bereketi temsil eden Kibele’nin aslında depremleri temsil eden ve her depremden sonra toprak ideal karışımına ulaştığı için bereketi de beraberinde getirdiğini ifade eden Kibele’yi tekrar hatırlamamak ne mümkün. İyi de Nisan ayında yaşadığımız don olgusunu ne yapacağız?
Deprem demişken küçük bir anımı da paylaşmak isterim. 1999 depremi, televizyonların baş aktörleri deprem hocaları ve AB uzmanları. Bir televizyon programına katılmak üzere taksiye bindim. Taksi şoförü beni tanıdı. Tam inerken “abi bir kartın varsa verir misin?” diye sordu. “Kartımı ne yapacaksın?” diye sorunca, “Karım depremden çok korkuyor, ara sıra seni arar da yatıştırırsan bana çok büyük iyilik yapmış olursun!” dedi. Anlayacağınız ekranlarda sizin ne anlattığınızın hiçbir önemi yok. O günün popüler konusu neyse ortalama vatandaşımız sizi o kategoriye sokuyor.
6.2 şiddetindeki depremin ardından deprem hocalarını tekrar ilgiyle izliyorum. Bir gurup bu iş bitti, İstanbul büyük tehlikeyi atlattı derken, bir diğer gurup daha şiddetlisi tetiklendi, aman dikkat demeye ısrarla devam ediyor. Hani bir deprem hocası bana da kartını verse, ben de ara sıra kendisini arayıp biraz teselli bulsam........
© Muhalif
