Ne Yazmalı?
Artık ne yazmalı veya ne yazmamalı inanın seçemiyorum. 2 Eylül, hukukçular için yeni bir eşik olabilir ancak 19 Mart’tan bugüne bütünüyle göz attığımda, bana herhangi bir “eşik” kalmamış gibi geliyor. Yasama işlevsizleşmiş, yargıysa yürütmeye çok açık bir şekilde eklenmişken iktidar için yeni bir Rubicon’dan bahsedebilmek bana anlamlı gelmiyor. Artık yaşanacaklar yaşanacak, ipler inceldikleri yerlerden kopacak ve fillerin tepişmesinin arasına sıkışmış bizler, yarınlarımıza yeni umutlar icat ederek direnmeye bir şekilde devam edeceğiz.
Genel merkezin tepkisinden anladığıma göre bu “eşiği” de çok hızlı şekilde normalleştireceğiz. Korkarım ki 15 Eylül’de çıkması beklenen muhtemel kararı da bir şekilde sindireceğiz. Yalan olmasın, siyasetin suyu hakikaten şarıl şarıl akıyor akmasına ama aktığı yer ve bulduğu yol bizleri daha karanlık bir Türkiye’ye doğru hızla savuruyor sanki.
19 Mart’tan sonra siyasetin daha da gerilimli bir ahvale bürüneceğini, toplumsal kutuplaşmanın daha da artacağına ve ülkenin daha da buhranlı günlerle sınanacağını sanıyorum hepimiz tahmin ediyorduk. Ancak nedense muhalif kamuoyu ve muhalif siyasiler sürekli, “bunu yapamazlar”, “bunu yaptırmayız”, “bu kadarı da olmaz”, “buna cesaret edemezler”, “bunu sıkıyorsa yapsınlar”, “bugünlerin bir de yarını var” gibi sözlerle kendini rahatlatıyor ve nefes almaya çalışıyordu. Kamuoyunun dönen dünyaya karşı bu şekilde boyun eğmesini bir yere kadar anlamlandırabiliyorum ancak şu bizim siyasal haklarımızı emanet ettiğimiz kurumsal muhalefetin, geride kalınan beş aylık süreçteki performansını ister istemez tekrar düşünüyorum. Galiba etrafı sakinleştirmek için söylenen bu beylik lafların büyüsüne fazla kapılındı.
Ayrıcalıksız muhalifler olarak bizler de dilimize dimağımıza gelen bu sözleri bir kenara bırakalım. Evet adamlar bunu da yaptı, onu da yapıyorlar ve onları da yapacaklar. Bazı şeyleri muhabbet kuşu gibi tekrar eder oldum ama yine de söylemek icap ediyor; kurumsal muhalefetin, halk desteğinden başka hiçbir sigortası veya güvencesi kalmadı. Bu gidişle o sigorta da kendilerinden ümidi kesecek, umarım durumun bilincine bir an evvel varılır.
Muhalif kamuoyunda popüler bazı figürlerin, 2 Eylül’de alınan kayyum kararına yönelik oluşan tepkinin neden daha çok CHP genel merkezine yöneldiğini anlamlandıramadığını görüyorum. Bu tepkinin ruhunu kısaca özetlemek gerekirse; iktidar sloganlar eşliğinde bugünlere hazırlanır ve kendi güdümündeki televizyonlarda yedi yirmi dört bu konuyu tartıştırırken muhalefetin önde gelenleri bu olasılık yokmuş gibi davranarak enerjilerini yine iktidarın tekelinde planlanan “Terörsüz Türkiye” sürecine neden destek verdiklerini izah etmekle harcıyor ve farkında olarak veya olmayarak iktidarın siyasi emellerini meşrulaştırarak kendi tabanından gelen tepkileri sert bir üslupla susturmaya........
© Muhalif
