KADER ANLAYIŞIMIZA DAİR
KADER ANLAYIŞIMIZA DAİR
Mısırlı müfessir Reşid Rıza, tefsirinde “pek çok tefsir kitabının, okuyucularını Kur’ân’ın ulvî gayelerinden ve yol göstericilik vasıflarından uzaklaştırdığını ve bunun nedeni olarak da bu tefsir müelliflerinin, Kur’ân’da i’rab bahisleri, nahiv kaideleri, maânî nükteleri, ve beyân ıstılahları aradıklarını; tefsirlerini, mütekellimlerin cidalleri, usûlcülerin tahriçleri, mukallid fakihlerin istinbatları, tasavvufçuların te’villeri, mezhep ve fırka mensuplarının görüşleriyle doldurduklarını, bu da yetmezmiş gibi bir de Fahruddin er-Râzî’nin, riyaziyatı ve tabiat ilimlerini, Yunan astronomisini ve kendi çağına kadar devam edip gelen diğer bütün ilimleri tefsirine topladığını, dolayısıyla da bu yorumların insanları, Kur’ân’ın asıl hedefinden uzaklaştırdığını yazar ve bu olguyu da Müslümanların kötü talihlerinden biri sayar.”[1] Fakat ne hazindir ki eleştirdiği bu hataya Reşid Rıza’ nın da düştüğü görülmekte ve bu da onun kötü bir talihi olmaktadır. Zira onun da tefsirinde eleştirdiği bu konulardan bazılarına yer verdiği ve bu tür yorumlardan uzak kalamadığı da görülmektedir.
Reşid Rıza’nın bu abartılı ve kategorik görüşlerinin hepsine katılmasam da bazı tespitlerine katıldığımı ifade etmek isterim. Bunlardan tefsirlerde yer alan mütekellimlerin cidalleri ve özellikle de kader konusu, katıldığım konulardan biridir. Zira tefsirlerde yer alan kaderin terminolojik tanımları ve yorumları ile ilgili ileri sürülen görüşler ve düşünceler, dün olduğu gibi bugün de etkinliğini korumakta, toplum hayatında ve özellikle de yazılı ve sözlü edebiyatımızda yaşamaya devam etmektedir. Bunun da nedeni, tarihî süreç içinde siyasî ve kültürel faktörlerin de etkisiyle bu düşüncenin kronikleşen bir zihniyete dönüşmüş olmasıdır. Nitekim “Kader kurbanı”, “Kader mahkumu”, “Kaderimin oyunu” ve “Alın yazısı” gibi ifadeler, bu düşüncenin bir tezahürüdür. Bu zihniyetin, Kur’an’ın üzerinde önemle durduğu insanın iradesi ve sorumluluğu ilkesi ile çeliştiği gerçeğinin, maalesef toplumun kahir ekseriyeti tarafından dikkate alınmadığı, hatta görmemezlikten gelindiği; daha da önemlisi kendi sorumluluklarının kadere yüklendiği ve havale edildiği görülmektedir.
Kader kavramı, sözlükte “ölçü, güç yetirme, kaza ve hüküm, kudret, ölçerek ve takdir ederek tayin etme, rızkı daraltma, her şeyin olduğu gibi kılınması” anlamlarına gelmekte ve Kur’an’da da “Allah’ın, değişmez fitrî, tabiî ve içtimaî kanunları (sünnetullah)” olarak ifade edilmektedir. Dolayısıyla kader, “Allah’ın takdir etmesi, ölçü ve kanun koyması, belli bir nizam ve düzen içinde yaratması” anlamına geliyor. Zira Kur’an’da Allah’ın eşsiz kudretinden, evrenin bir ölçüye ve düzene göre yaratmasından ve düzeni sağlayan ilahî kanunlardan/sünnetullah’tan ve insanın iradesinden bağımsız olan olay ve planlamalardan söz edilmesi de bu anlama işaret ediyor. Dolayısıyla kader vardır ve varlığında da asla bir şüphe yoktur, bununla birlikte tanımında ve yorumunda ciddî sorunların bulunduğu da bir gerçektir.
Nitekim kaderi “Allah’ın bütün nesne ve olayları ezelî ilmiyle bilip belirlemesi” diye tarif edenler olduğu gibi, “bütün nesne ve olayların kazâya uygun olarak yaratılması ve dış âlemde gerçeklik kazanması” olarak tanımlayanlar da bulunuyor. Kimi kelamcılar ise, “sorumluluk doğuran beşerî fiilleri kaderin dışında tutuyor.”© Mir'at Haber
