menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İSLÂM’I NE KADAR TEMSİL EDEBİLİYORUZ?

17 11
08.03.2025

Temsil, “Birinin veya bir topluluğun adına davranma; belirgin özellikleri ile yansıtma, sembolü olma, simgeleme” [1] olarak tanımlanıyor. “Dini temsil” de, bir dine mensup olan kişilerin, o dinin ilke ve kurallarını hayatına yansıtması ve örnek davranışlarda bulunması anlamına geliyor. Buna göre bir Müslüman da İslâm’ın simgelerini, ilke ve kurallarını hayatına yansıttığında ve yaşadığında İslâm’ı temsil etmiş, aksi bir durumda ise ya temsil etmemiş veya gerektiği gibi temsil edememiş oluyor.

Ne var ki Müslümanların İslâm anlayışlarında kafalarının bir hayli karışık olduğu görülüyor. Zira kitabî İslâm’dan farklı olarak bir de günümüzde yaşanan Müslümanlık söz konusudur ve bu da bir takım sorunlar üretmiştir ve üretmeye de devam etmektedir. Bu sorunların başında da İslâm’ı bir kimlik olarak temsil eden Müslümanın, kişilik olarak da temsil etmemiş/ edememiş olmasıdır. Bu da Kur’an’ın emrettiği kulluk, insanlık ve halifelik görevlerinin Müslümanlar tarafından tam olarak yerine getirilemeyişi, dolayısıyla da dengeli bir dinî hayatın yaşanamayışı sorunudur.

Kur’an, Allah Teâlâ’nın beşeri/insanı yarattıktan sonra ona emanet/sorunluluk yüklediğini ve bu sorumluluğun da Allah’a kulluk, insana ve topluma karşı insanlık ve yeryüzüne ve fizikî çevreye karşı da halifelik olduğunu açıklar. Bu sorumluluklar ve görevler karşısında Müslümanlar, acaba ne yapmakta ve nasıl bir tavır sergilemektedir? Daha açık bir ifade ile İslâm’ı gereğince temsil edebilmekte midir?

Dinî yaşayışlarında kimi Müslümanın, ibadeti hayatının merkezine alıp, insanlık ve halifelik sorumluluklarını göz ardı ettiği; kimi Müslümanın, insanlık görevini yerine getirip ibadet ve halifelik görevlerine yeterince önem vermediği; kimi Müslümanın da halifelik görevini yerine getirmekle, diğer görevlerinden muaf olabileceklerini düşündüğü görülüyor. Kimileri, bu sorumluluklardan ikisini yerine getiriyor, ama üçüncüsüne ihtiyaç duymuyor. Kimileri de imkanları ölçüsünde dengeleri gözeterek kulluk, insanlık ve halifelik görevlerini yerine getirme gayreti ve çabası içinde oluyor. Dolayısıyla toplumda farklı dindarlık tezahürlerinin oluştuğu, bu bağlamda “ahlaksız bir dindarlık” ile “ ibadetsiz bir dindarlığın” gittikçe yaygınlaştığı, halifelik görevinin ise -bazı istisnaî durumlar hariç- kimsenin umurunda olmadığı müşahede ediliyor. Nitekim İslâm aleminin içinde bulunduğu çaresizlik ve acizlik de bu olguyu yansıtıyor. Daha açık bir ifade ile Müslümanların, yer yüzünü, çevreyi, tabiatı tanıma, keşfetme ve hizmetinde kullanma sorumluluğu demek olan halifelik görevini hakkıyla yapmadıkları/yapamadıkları, dolaysıyla da bu alanda başarısız oldukları görülüyor. Kur’an’da insanın halifelik sorumluluğu ile ilgili bir çok ayet bulunuyor ve bu ayetler de bize şunları söylüyor:

“Yeryüzünde bir halife kılacağım”[2]

“Allah sizi yeryüzünün halifeleri kıldı.”[3]

“Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzünün halifeleri kılan, kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O’dur.”[4]

“Semud’a kardeşleri Salih’i gönderdik. “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; O’ndan başka tanrınız yoktur; sizi yeryüzünde........

© Mir'at Haber