İNSAN VE İKİLEM
Okuduğum gazete ve dergilerde ilgimi çeken yazıları kısmen de olsa arşivleme gibi bir alışkanlığım var. Zaman zaman bunlara bir göz atar, geçmişte olanlarla günümüzde yaşananları mukayese etme imkanı bulurum. Bunlar arasında Nokta Dergisi’nin 22 Mart 1987 tarihli sayısında yer alan ve dikkatimi çeken bir yazı vardı ve başlığı da “Ve Söz Tanrısızların” idi. Bu yazıda ünlü ateistlerle yapılan mülakattan bazı pasajlar sunuluyor ve değerlendiriliyordu. Bunlardan biri de ateist bir annenin anlattıklarına aitti ve onun anlattıkları da şöyle ifade edilmişti: “İlk okul üçüncü sınıfa giden oğlu Ümit, senenin başından beri öğretmeninin (Allah) “var”, anne-babasının “yok” cevapları arasında şaşkına dönmüş, sonunda karara varmıştı: “Allah okulda var, evde yoktu!” Evde dinî inançlardan uzak bir ortamda yetişen, okulda zorunlu din eğitimine tabi tutulan bir çok minik, benzer çelişkiler yaşıyor, kimi zaman bunalımlara düşüyordu”. [1]
Bu yazıda en çok ilgimi çeken “Allah okulda var, evde yoktu!” cümlesi oldu. Zira bu cümle bir ikilemi ifade ediyor ve o çocuğun da Allah’ın varlığı konusunda bir ikilemde kaldığı anlaşılıyordu. İkilemde kalmak, sadece okul ile ev arasında yaşanmıyor; hayatın her alanında da yaşanıyor ve bunlar arasında dinî konularda yaşanan ikilemlerin daha çok dikkat çektiği görülüyor. Nitekim inandığı gerçeklik ile yaşadığı gerçeklik arasında bir çatışma olduğunda, kimi Müslümanın hayatını inandığı gerçekliğe göre mi, yoksa yaşadığı gerçekliğe göre mi? yaşayacağı konusundaki ikilemi, buna bir örnek teşkil ediyor.
Henüz din dersinin seçmeli olduğu o yıllardan birinde, (1982 öncesi) bir öğrencimin, “Siz geçen haftaki dersinizde ilk insanın Hz. Âdem olduğunu söylemiştiniz. Fen bilgisi hocamız da geçen haftaki dersinde insanın maymundan evrimleşerek çoğaldığını anlattı. Şimdi biz, öğrencileriniz olarak siz değerli hocamın anlattığına mı yoksa sayın fen bilgisi hocamızın anlattıklarına mı inanacağız?” demişti. Bu öğrencimin, iki farklı anlatım arasında bir çelişki gördüğü ve hangi görüşe inanacağı konusunda ikilemde kaldığı anlaşılıyordu. Bu ikilem, sadece o öğrencinin yaşadığı kişisel bir durumdan da öte, eğitim sisteminden ve müfredattan kaynaklanan bir durumdu.
İkilem, şayet ahlakî konularda ise daha çok dikkat çekiyor, toplumda derin izler bırakıyor ve bırakmaya da devam ediyor. Bu tarz bir ikilemde, bir tarafta ihtiyaçlar söz konusu olurken, diğer taraftan da ahlakî değerlerin erozyonu söz konusu oluyor. Mesela bir kişi, gençlik yıllarında helal olmayan yollardan elde ettiği serveti, yaşlılığında okul veya cami yaptırmak için kullanmak istediğinde, böyle kirli bir para ile hayır yapmanın doğru olup olmadığı sorusunu akla getiriyor ve bunun da zihinlerde ister istemez bir ikilem oluşturduğu görülüyor. Toplum için okul veya cami yaptırmak bir ihtiyaç ve sonuçları itibariyle olumlu davranış olsa da haram yollarla elde edilmiş kirli bir paranın hayır işlerinde kullanılmasının câiz olmadığı da dinî bir gerçeklik. Zira İslâm, her Müslümandan haramlardan uzak durmasını ve haram yollardan servet elde etmemesini istiyor, dolayısıyla da “Def-i mefâsid celb-i menâfî’den evlâdır /Kötülüğün giderilmesi, menfaatin elde edilmesinden önceliklidir” şeklinde formüle edilen ilkeye göre yaşamasını öneriyor.
İkilemde kalınan konular, sadece bunula sınırlı olmuyor, farklı alanlarda da benzer........
© Mir'at Haber
visit website