BİR ANLAMA SORUNU OLARAK MEALCİLİK
“Mealcilik, önceleri Kur’an’ı bizzat kendisinden anlayarak öğrenme amacını taşıyan, fakat zamanla geleneksel İslam anlayışlarına ve yorumlarına karşı tepkisel bir harekete dönüşen; bunun bir sonucu olarak da sadece Kur’an-ı Kerim’in meallerini okumakla yetinen; inanç, ibadet ve hüküm gibi dinî davranış kurallarını doğrudan meallerden çıkartmayı hedefleyen ve yaşamak isteyen bir tür dinî anlayışın adıdır.”[1] Bu anlayış, kökü Hint Alt Kıtasında ortaya çıkmış olan “Kur’aniyyûn” akımının, bir anlamda ülkemizdeki versiyonu gibidir.
Tenzil dönemi ve sonrasında Müslümanların, Hz Peygamber’in “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.”[2] sözüne uygun olarak Kur’an okumaya ve anlamaya çalıştıkları ve asırlar boyunca da bunu devam ettikleri biliniyor. Buna karşılık günümüzde, genellikle Kur’an-Müslüman ilişkisinin böyle olmadığı, öğrenmek ve anlamak amacıyla Kur’an okunmadığı, Hz. Peygamber’in “öğrenen ve öğreten” ifadesinin sanki “okuyan ve okutan”a dönüştürüldüğü; dolayısıyla Kur’an’ın ilkesel ve bilgisel boyutu ile değil de şekil yönü ile kültürel olgulara bağlam yapıldığı görülüyor. Bu dönüşümün, -her ne kadar okuyanın Kur’an’a olan duygusal bağlılığını artırsa da- onun bilgi boyutu ile ele alınmasına da engel olucu bir fonksiyon icra ettiği anlaşılıyor.
Bu nedenle Kur’an’ın sadece bir iman objesi olarak kalmasını istemeyen; aynı zamanda bir bilgi objesi olarak da okunmasını, öğrenilmesini ve yaşanmasını isteyen Müslümanların bulunduğu biliniyor. Hiç şüphesiz böyle bir amaçla inandığı kitabın genelini tanımak, içeriğine muttali olmak ve yüzeysel de olsa bir Kur’an kültürüne, bilgisine ve mesajına sahip olmak isteyen Müslümanlar için bir sorun da bulunmuyor. Çünkü böyle bir amaçla meal okumak, sorun oluşturmuyor, bilakis teşvik edilen bir davranış olarak kabul görüyor. Sorun, bu amaca bağlı kalınmayarak meal okunmasından ve ondan indî hükümler çıkartma anlayışından kaynaklanıyor. Özellikle bu amaçla meal okuyan Müslümanların kahir ekseriyetinin Kur’an’ı, orijinal metninden okuyarak anlayabilecek düzeyde Arapça dil ve yöntem bilgisine sahip olmayışları da bu bağlamda ciddî bir sorun teşkil ediyor. Neticede mealciliğin ulaştığı son noktada Hz. Peygamber’in tebyini/tefsirini dikkate almama, meallerden elde edilen indî görüşleri ve yorumları “epistemik cemaat” kültürüne dönüştürme, yani basit/yüzeysel anlamaları, ideolojik anlamalar kategorisine dahil etme amacını taşıdığı görülüyor.
Dolayısıyla rast gele yazılan meallerin ve mealciliğin Kur’an’ı anlama konusunda ciddî sorunları bulunuyor. Bunlar arasında meallerdeki anlama sorunlarını önemsememe, hadisi ve geleneği devre dışı bırakma en dikkat çekenleri olarak biliniyor. Bu da Kur’an’ı doğru anlamada ciddî bir sorun oluşturuyor. Bu sorunlar arasında, çevirilerin lafız veya bağlam merkezli olup olmadığı, kelimelerin mütekabil Türkçe karşılıklarının bulunup bulunmadığı gibi konular, önemli bir sorun teşkil ediyor. Daha da önemlisi ayetler, anlamanın objesi değil de, malzemesi yapılıyor; indî kanaat ve düşünceler, varsayımlar Kur’an lafızları üzerinden Kur’an meali veya yorumu olarak sunular.
Bundan dolayıdır ki Türkçe Kur’an........
© Mir'at Haber
