menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

ADALET Mİ EŞİTLİK Mİ ?

10 27
15.03.2025

1789 Fransız devriminde bir slogan olarak kullanılan “hürriyet, müsavat ve kardeşlik” kavramlarının, Müslüman toplumları da derinden etkilediği ve bunun bir sonucu olarak da bazı dinî konuların sorgulandığı; özellikle “eşitlik” kavramının bu sorgulamada etkin bir role sahip olduğu görülüyor. Nitekim Kur’an’da yer alan kadın ile ilgili konuların, eşitlik ilkesiyle örtüşmediği düşüncesinin, önce Avrupa’da, daha sonara da İslâm aleminde bu sorgulamanın ana mihverini oluşturduğu anlaşılıyor. Bu bağlamda çok kadınla evlilik, tesettür, cariyelik , miras ve şahitlik gibi konuların gündeme taşındığı ve bu konular üzerinden İslam dininin kadınlara gereken değeri vermediği ve eşitlik ilesine sahip olmadığı görüşlerinin ileri sürüldüğü de biliniyor. Bunun üzerine bazı Osmanlı aydınların, İslamiyet’e yöneltilen bu eleştirilere cevap verdikleri ve bu cevaplarında Asr-ı Saadet dönemindeki kadınların statülerine bolca atıflarda bulundukları ve mevcut durumla mukayese ettikleri görülüyor.

Mesela, Fatma Aliye Hanım, “Mehasin” gazetesinde yayınlanan bir makalesinde şunları yazıyor: “Bir kere sadr-ı İslam’da ve zaman-ı saadetteki Müslüman kadınların mevki-i ictimaiyeleriyle bugünkü Müslüman kadınların hal ve mevki’ini mukayese edersek tamamıyla mütehayyir(şaşkın) oluruz. Vakt-i saadette kadınlar ev eşyası kabilinde değildi. Kadınlar kendileri için mukarrer olan mevki-i ictimaiyeyi tamamıyla ve hakkıyla işgal etmekteydiler. Kadınlar ailenin reisesi ve seviye-i irfanda erkeklerle müsavi ve vazifelerinin ehemmiyet ve necabetine tamamıyla vakıf idiler. Kadınlar ızharı ma’yub bir şey olmayıp erkeklerin refika-yı hayatı ve şerik-i mihneti idiler… İşte İslam kadınları böyle iken ve böyle olmak lazım gelirken… bugün bizim nazarımızda kadın sandıkta muhafazası lazım bir şey gibi, evlerimizde ya da bir alet-i şehvet veyahut alet-i hizmet olmak üzere ikamete mahkum bir varlıktır.”[1]

Bu ve benzeri yazılardan da anlaşılacağı üzere Osmanlı aydınlarının Batı düşüncesi karşısında iki guruba ayrıldıkları anlaşılmaktadır: Birincisi, Batı düşüncesine karşı çıkanlar; ikincisi, Abdullah Cevdet gibi Batı düşüncesini olduğu gibi benimseyenlerdir. Batı düşüncesine karşı olanların da kategorik olarak iki gruba ayrıldıkları görülüyor. Bunlardan birincisi, tabiî bir refleks ile İslâm’ın ve Kur’an’ın toptan savunmasını yapanlar; ikincisi ise farklı alanlarda da olsa az veya çok Batı düşüncesinin etkisinde kaldıkları için, bu etki saiki ile İslam’ı ve Kur’an’ı geleneksel anlayışın dışında yorumlamaya çalışanlardır. Bu gruba dahil olan bilim adamları, ilk etapta bilim-din ilişkisi bağlamında bilim-Kur’an ilişkisini ele alıp İslam’ın ve Kur’an’ın bilime karşı olmadığını, bilakis desteklediğini gösteren yazılar yazarken; ikinci etapta bazı Kur’an ayetlerini çağdaş bilimsel verilere veya sosyal ve kültürel değerlere göre yorumlama sürecine geçtikleri anlaşılıyor. Bu sürece dahil olan aydınların, kadın konusunu, eşitlik ilkesi üzerinden ele alıp yorumlarken adalet ilkesine fazla da önem vermedikleri, hatta göz ardı ettikleri; Kur’an’ın eşitlikte adaleti değil, adalette eşitliği tavsiye ettiği ve buna bağlı ilkeler getirdiği konusunu fazla dikkate almadıkları da anlaşılmaktadır.

Lügatte adaletin “davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak” anlamlarına geldiği; Kur’an ve........

© Mir'at Haber