MÜLKÜ/BEDENİ “BELEDÜ’L-EMÎN”E ÇEVİRMEK
“Beledü’l-Emîn” yani “Emin/güvenli belde/topraklar” tanımlaması Tîn/3. âyette geçmekte ve üzerine yemin edilen “incir, zeytin ve Tûr Dağı”ndan sonra anılmaktadır. Allāh, Kur’ân’da canlı veya cansız bir şey üzerine yemin etmişse, bu yemin edilen şeyin varlık ve oluş bünyesinde çok büyük ve önemli bir anlamı/yeri var demektir: “İncire ve zeytine andolsun/Sînâ Dağı’na andolsun/Ve bu güvenli şehre/beldeye andolsun ki/Biz insânı en güzel bir biçimde yarattık.”[1] Tarihsel gerçekliğiyle “emin belde” hiç kuşkusuz önce Hz. Peygamber’in doğduğu ve ilâhî çağrıyı aldığı yer olan Mekke’yi gösterir.[2] Mekke bir emniyet ve güven sembolüdür: Bu gerçek Kur’ân’da şöyle anlatılır: “Görmezler mi ki çevrelerindeki insânlar (korku ve ümitsizlik içinde) paniğe kapılmışken (bize inananlar için) güvenli bir sığınak oluşturmuşuz.”[3]
Anlaşılıyor ki, âyette sıra ile bu varlıklara yemin edilmesi, insânın “Ahsen-i Takvîm” yani “en güzel şekil/kıvam” üzere yaratıldığını vurgulamak içindir. Bu en güzel şeklin bir başka anlamı da “insânın yaratılış amacına uygun şekilde”[4] var edilmesidir. İşte insânın yaratılış amacını gerçekleştirmesi yani varlığını “emin belde” hâline getirebilmesi için önce “incir, zeytin ve Tûr/Sînâ Dağı” mertebelerini/basamaklarını aşması gerekir. Ancak böyle bir dönüşüm, insânı “Esfel-i Sâfilîn”den “Ahsen-i Takvîm”e ulaştıracaktır. İrfânî dilde incir, içindeki çekirdeklerinin çokluğu ile “Kesret Âlemi”ni; zeytin, tek çekirdeği ile “Vahdet Âlemi”ni, Tûr-i Sînâ ise Hz. Mûsâ’ya kelâm edilişin tecellîsi olarak “Sıfat Âlemi”ni remzeder. Anlaşılıyor ki; kesretten vahdete, zâhirden bâtına, şehâdetten gayba, nefsten rûha, sıfattan zâta geçmeden “emin belde” olunamıyor. Öyleyse herkes kendi beden mülkünü “Beledü’l-Emîn”e çevirmek zorundadır. Bu mânevî değişimi gerçekleştirenlerin yani bir anlamda iğreti varlıklarını aslî varlığa teslim edenlerin bedenleri/mülkleri artık Rahmân’ın Arş’ı olmuştur.
Bizim sandığımız ve “benim” sözüyle sâhiblendiğimiz beden mülkünü Allāh’ın mülküne dönüştürmenin bir başka örneği de Tâhâ/17-18. âyetlerde geçen Hz. Mûsâ’nın Asası’dır. Hz.........
© Mir'at Haber
