DÜNYÂ SEMÂSI’NDAN KALP SEMÂSI’NA
Önceki âyette semânın yedi katlı olarak düzenlendiği bize anlatılmıştı. Fakat biz bu katlar hakkında ne yazık ki yeterli bilgiye sâhip değiliz ve belki de hiçbir zaman olamayacağız. Çünkü mesele sadece bu katmanlarla sınırlı değildir. Kur’ân, bu katmanların üstünde, bunları kuşatan bir “Kürsî”den söz etmektedir.[1] Müfessirlerin bir kısmı bu “Kürsî”ye, Allāh’ın sonsuz kudreti, hâkimiyeti, otoritesi anlamını verirken, bir kısmı da O’nun bilgisi anlamına geldiğini söylemişlerdir. Sahâbîler de bu konuyu merak etmişler; Hz. Peygamber ise sordukları soruya, Kürsî’nin mâhiyetini açıklayarak değil, büyüklüğünü anlatmak için bir kıyaslama yaparak cevap vermiştir: “Nefsim yed-i kudretinde bulunan Allāh’a andolsun ki, yedi semâ ve yedi arzın Kürsî’nin yanındaki büyüklüğü, ancak dünyânın bir çölünün ortasına atılmış bir halka gibidir. Arş’ın Kürsî’ye nisbetle büyüklüğü de, bu halkaya nisbetle çölün büyüklüğü gibidir.”[2] Kıyas yapmakta zorlanan aklımızın duracağı nokta işte burasıdır. Allāh’ın bilgisinin kuşatıcılığına ve yüceliğine nazaran bir insân olarak yerimiz neresidir? Üstelik şöyle denilmektedir: “Göğün ve yerin ne kadar az kısmının önlerine serildiğini, ne kadarının da gizlendiğini anlamazlar mı?”[3]
İşte bu az kısmı için Mülk/5. âyette şöyle söylenmektedir: “Biz, yeryüzüne en yakın olan gökleri ışıklarla süsledik ve onları [insânlar arasında bulunan] şeytan-rûhluların boş ve anlamsız spekülasyonlarına konu yaptık; ve onlar için yakıcı alevden bir azab hazırladık.”[4] Verdiğimiz bu meâl Muhammed Esed’in meâliydi. Bir de Elmalılı Hamdi Yazır’ın bu âyete verdiği karşılığa bakalım: “Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık ve onları, şeytânlar için taşlamalar yaptık. Ve onlar için alevli ateş azabını hazırladık.” Görülüyor ki aynı âyete verilmiş iki farklı anlamla karşı karşıyayız ve bu da âyeti anlamamızı zorlaştırmaktadır. Öncelikle her iki tercümede ortak olan noktaya baktığımızda “yeryüzüne en yakın göğün ışıklarla veya kandillerle donatıldığı konusunda” her iki müfessirin de aynı görüşte oldukları anlaşılmaktadır.
Âyette geçen “es-semâü ed-dünyâ” yani “dünyâ semâsı/göğü” ifâdesinden anlaşılıyor ki burası dünyânın görünen göğüdür ve Allāh bu semâyı bizler için hem aydınlatıcı hem de ısıtıcı cisimlerle süslemiştir. “Mesâbîh” kelimesi kandil, lamba gibi aydınlatma kaynaklarına isim olarak verilen “misbah” kelimesinin çoğuludur ve âyette yıldızlar anlamında kullanılmıştır.[5] Buraya kadar âyetin anlaşılmasında sorun yoktur; ama “Yıldızlar neden şeytânlar için bir taşlama aracı olarak tanımlanmıştır?” sorusuna gelince konu bu soruya verilecek cevapta düğümlenmektedir. Kur’ân’da aynı anlamı içeren başka âyetler de vardır. Bunlardan biri Hicr/16-18, diğeri Sâffât/6-10. âyetleridir:
“Gerçekten de, Biz gökyüzüne büyük takım yıldızları serpiştirdik ve onları, seyredenler için süsleyip bezedik. Ve onları kovulmuş her türlü şeytânî güce karşı koruma altına aldık; öyle ki,........© Mir'at Haber
