DİNİ MİLLİLEŞTİRMEK/ULUSAL DİNCİLİK
Kendilerini seçilmiş kavim/toplum görerek ve Allah’ı da yalnızca kendi ırklarının Rabbi olarak kabul ederek Yahudileşenler; dinin evrensel mesajını ve Allah’ın “Âlemlerin Rabbi” oluşunu sınırlandırarak dini, kendi gelenek/görenek/töre ve yörelerine indirgeyip millileştirmişlerdir. Hâlbuki Kur’ân, insânlığı bir bütün olarak değerlendirir ve bize “Ey insânlar” diye hitap ederek hangi kavme/ırka/ülkeye ait olduğumuz üzerinde durmaz. Elbette bu, Kur’ân’ın kavim gerçekliğini kabul etmediği anlamında değildir. Tam tersine Kur’ân, Hucurat/13. âyette bize insânlığın “bir erkek ve bir kadından” yaratıldığını, sonradan “kavimler ve kabileler hâline getirildiğini” söyleyerek “biyolojik orijinimizdeki eşitliğe” dikkat çekmekte ve sonra da hepimizin birbirimiz üzerinde hiçbir kalıtımsal üstünlüğe sahip olmadan tek bir insânlık ailesine mensup olduğumuza işâret etmektedir. Anlaşılıyor ki; insânların “kavimlere ve kabilelere”e dönüşmesi, görünürdeki farklılıklarının ardındaki temel insânî birliği/birlikteliği anlama ve takdir etme eğilimini azaltmayı değil, tersine bu eğilimi arttırmayı amaçlamakta, üstünlüğü ise “takva” kavramına yâni Allah’a karşı olan derin sorumluluk bilincine bağlanmaktadır.
İşte bu nedenle Kur’ân’da bütün ırkçı, milliyetçi/kavmiyetçi veya kabilevî önyargılar kınanmış, ilâhî olanla kavmî, örfi ve milli olanı birbirine karıştırarak tevhidi zedeleyen/bölen anlayışlar/kavrayışlar/davranışlar kabul edilmemiştir. Kur’ân’ın net bir şekilde ortaya koyduğu bu gerçekliği Hz. Peygamber daha açık bir şekilde şöyle ifâde etmiştir: “Ey insânlar! Biliniz ki Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takva iledir.”
Ama bu açık gerçekliğe rağmen Müslümanlar tevhidin hedeflediği doğrultuda İslâm/iman/Kur’ân kardeşliğini ön plâna çıkaracak ve bu noktada birleşecekleri yerde ırkî/kavmi/milli –bazen de mezhebi– karakterli bir İslâm’ı millileştirmek, onu ulusal bir renge boyamak istemişlerdir. Elbette Müslüman halkların arasına çizilmiş bu suni sınırlar sadece kendi gafletlerinden değil; İslâm düşmanlarının ve onların bir eyalet valisi gibi bu ülkelerin başına yerleştirdikleri halkına ve dinine yabancılaşmış, işbirlikçi/yandaş/menfaatçi yöneticilerin elleriyle oluşmuştur. İslâm coğrafyalarında “Arap, İrân, Mısır, Türk” Müslümanlığı gibi........
© Mir'at Haber
visit website