BEDEN MÜLKÜNÜN SULTANI SENSİN
Göklerin ve yerin mülkiyetinin/egemenliğinin yalnızca Allāh’ın olması[1], bu ikisi arasında insânın hizmetine verilen her varlığın birer emânet olduğu gerçeğini bize vurgulamaktadır. Bu noktadan bakıldığında Rûh’un taşıyıcısı olan beden de diğer varlıklar içerisinde insâna verilmiş en anlamlı mülktür. Çünkü Allāh’ın tasarruf ve tecellîsinin kemâline yalnızca insânın bedeni/mülkü vasıta olmaktadır. Başka bir deyişle, insânın Allāh’ın halifesi olmasının bir anlamı da bu özel yaratılışında saklıdır. İnsân bedeninin taşıdığı önem konusunda Hz. Îsâ’nın şu sözü çok çarpıcıdır: “Eğer beden Rûh’tan ötürü var ise bu bir mûcizedir; ama eğer Rûh bedenden ötürü varlığa kavuşmuşsa bu mûcizeler mûcizesidir. Ama beni hayrete düşüren, nasıl olup da bu büyük zenginliğin bu fakirlikte ikāmet ettiğidir.” Kur’ân’ın ifâdesine göre Allāh, ezelde Âdem’e topraktan bir sûret vermiş ve sonra da ona Kendi Rûh’unu üfürerek Âdem’i diri kılmıştır.[2] İşte bu, “bedenin Rûh’tan ötürü var olması”nın temelindeki olaydır. Böylece bütün insânlar da Allāh’ın Rûhu’ndan ötürü varlık kazanmışlardır; ama onlardaki Allāh’ın Rûhu daima mestûr/örtülü/gizli kalmıştır.
Onun içindir ki insânların hemen hemen tümü, taşıdıkları ve kendilerini yaratılmışların en şereflisi[3] kılan bu İlâhî Emânet’ten habersizdir. Bununla beraber insânların, ancak çok küçük bir bölümü bu bedene bağlı ömürleri esnâsında bu İlâhî Emânet’in idrâkine ve Kaynağı’na erişebilirler. Bu takdirde kendileri için mestûr/örtülü/gizli olan Rûh artık kendilerine zâhir olur. İşte bu fevkalâde az kimseye nasip olan olay bir mûcizeler mûcizesidir. Kendisinde bunun gerçekleşmiş olduğunu hakka’l-yakîn[4] anlayan kimse, ancak pek az insânın eriştiği bir zenginliğin sâhibi olmuş olduğunu da idrâk eder. İnsânı hayrete düşüren ise bu zenginliğin kimyasal bakımdan âhım-şâhım bir değeri bulunmayan ve eninde sonunda toprağa karışacak olan bir bedende tecellî etmesidir.
Varlığın insâna emânet edilmiş olması şüphesiz insânın egoizmine terk edilmesi anlamına gelmemektedir. Varlığı insâna emânet eden Yaratıcı kudret, varlıktan vazgeçmiş değildir. İnsânın emânete hıyânetini, nankörlüğünü, varlık ve oluşun tahribine yönelik zâlimliğini cezâsız da bırakacak değildir. Allāh mülkün sâhibidir ve insân bu emânete hıyânet ettiğinde mülkün sâhibine hesap vermek zorunda kalacaktır. Emânet sözcüğü, Kur’ân’da tekil ve çoğul olarak 6 yerde geçmektedir. Bu kelimenin kökü olan “emn”,[5] rûhun sükûnet bulması ve korkudan kurtulmak anlamındadır.
Emânet, bir şeyi veya bir değeri gönül huzuru ve güvenle bir başkasına........
© Mir'at Haber
