SUSKUNLUK HİKAYESİ
Sustu adam susunca kadın. Sustu adam susunca çocuklar, yaşlılar. Sustu adam susunca dağlar taşlar. İçinde yaşadığı yalnızlığı şimdi de suskunluğa dönüştürdü. Oysa konuşmanın iyi bir ilaç olduğu söylenirdi ona. Bu suskunluk da nereden çıktı? Durdu. Bir kez daha düşündü. Doğru mu yapıyordu susmakla yoksa daha derin bir yalnızlığa mı gömülüyordu? İkinci durumun ağır bastığından şüphe duymadı. Onu bu vaziyetin içine çeken nedenleri tefekkür etti biraz da. Aslında küçüklüğünden beri öyle cevval, hareketli ve konuşkan değildi. Bir görev insanı olarak yetişmiş gibiydi. İşini titizlikle yapar, kendine laf söyletmeden en iyi sonucu almaya çabalardı. Belki de ilk okula başladığında öğretmeninin konuştuklarını ilk etapta anlayamaması onu bu suskunluğa itmişti. Evde başka kelimeler dolaşıyordu ağızlarda, okulda başka. Birbirine benzemiyordu çoğu kelimeler. Anlamak için çok iyi dinliyordu öğretmenini. Dinlerken suskunluk yerleşmişti bütün azalarına sanki. Sonra zaman içinde çözüvermişti okulda konuşulanları ve yazılanları. Hata yapmamak için konuşmuyordu ama okuyup yazıyordu sık sık. Önüne ne gelse okuyordu ama konuşmuyor, konuşamadıklarını zaman zaman yazıyordu. Bir suskunluk hikayesiydi yaşadıkları.
Henüz küçücük bir çocukken, bir ilkokul öğrencisiyken birinin tutum ve davranışlarından etkilenmiş, farklı bir duygu içine girmişti onunla alakalı olarak. Arkadaşları ona, sen onu seviyorsun, demişlerdi de sevmek kavramının farklı bir anlamını keşfetmişti. Anne, baba, kardeş, akrabayı sevmek ile başka birini sevmek tamamen farklıymış arkadaşlarının dediklerine göre. Böyle bir sevmek de konuşturmamış onu, susturmuştu aksine. Kimseye anlatmadan, içinde büyüttü cümlelerini. İçinde büyüttü suskunluğunu. Sonra ortaokul ve lise… Aileye karşı büyük bir sorumluluk yüklenilen yıllar… İlk okuldan sonra ailenin okula ilk devam edeni olmanın sorumluluğu. Başarılı olmanın kendisi için bir mecburiyet olduğu........
© Mir'at Haber
