GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN AHİRET YURDUNA HAZIRLIK
Dünya hayatından sonra başlayıp ebediyen devam edecek olan ve geri dönüşü olmayan yurttur ahiret yurdu. Yüce Allah: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır” 1 buyurmaktadır. Ayet-i kerimede kulun yarın için ne hazırladığına bakması istenirken öncelikli mananın ahiret hazırlığı ve nefis muhasebesi yapmak olduğu açıktır. İnsanın ömrünü yaratılış amacına uygun geçirmek üzere dünya hayatıyla ilgili olarak geleceğe yönelik plan yapması bu mananın dışında değildir.
Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz hadis-i şeriflerinde: “Akıllı kimse, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Aciz kişi ise nefsinin arzu ve isteklerine uyan ve buna rağmen hâlâ Allah’tan iyilik temenni edendir.” 2 buyurmaktadır. Nefsin olumsuz arzularına hâkim olan ve ahireti için çalışan, gayret gösteren, baki olanı fani olana tercih edenler, akıllı insan olarak isimlendirilmiştir. Ahirette, hayatının hesabını yüz akıyla verebilen kişi, dünyayı iyi yönleriyle ahirete taşımayı başarmış demektir. Hadis-i Şerifteki “akıllı kişi” tarifine uymuştur ancak, “nefsini heva ve heveslerine tabi kılmak” sonra da “Allah’tan dileklerde bulunmak” da acizliğin/ahmaklığın alameti olarak sayılmıştır. Haz, hız, his ve hevesleri peşinde ömür tüketen insanlar, kapıldıkları boş ümitlere ve temennilere kucak açarlar. Kuruntulara kapılırlar. Nefsine uymuş kişilerin belki de tek çareleri kuruntularıyla avunmaktır. Allah Teâlâ’dan dilek ve temennide bulunmak dinimizde teşvik edilmiştir. Ancak, böylesi bir ümit için kendine düşeni yapmış olmak gerekir.
Dünya ve içindekilerin gelip geçici, bir sınama ve imtihan aracı olduğunu bilen ve böyle inanan İslâm insanı, bu bilgisini ve imanını, kuru ve şematik, içi boş bir inanç kofluğundan çıkartıp, olması gereken yere, Alemlerin Rabbi, dünya ve ahiretin sahibi olanın istediği yere, hayatın tam ortasına/merkezine oturtmak zorundadır. Bir mümin kendisini ahirete hazırlamak için Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetini/öğretisini hayatına düstur edinmeli ve sünneti en güzel şekilde yaşayan Sahabe’yi örnek almalıdır. Çünkü onlarda, dünya ve ahiret birliği öyle bir noktaya gelmişti ki, gerçekten dünya hayatında yaşarlarken düşünce ve fikirleri ahirete bağlıydı, ahireti görür, önlerinde duruyormuş gibi yaşarlardı; “ahirete yakinen iman”, bu demekti. Bu bağlamda Hasan-i Basri’nin şu sözü düşündürücüdür: “Vallahi, yetmiş Bedir’liye yetiştim, çoğu kez giydikleri sof (özünde beyaz olan terletmeyen kumaş) idi. Eğer siz onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar da sizin iyilerinizi görselerdi “bunların ahirette bir nasibi yok” derlerdi. Kötülerinizi görselerdi, “bunlar hesap gününe inanmıyorlar” derlerdi.” 3 Bu değerlendirme Tabiilerin büyüklerinden olan, muttaki, züht sahibi ve allame Hasan-ı Basri’nin, kendi zaviyesinden Tabiin Dönemini değerlendirmesidir. Ya halihazırda içinde yaşadığımız dönemi, biz Müslümanları nasıl değerlendirirdi Hasan-i Basri Rahimehullah? Belki yüreklerimize su serpecek olan, Aziz Peygamberimiz (s.a.v.)’in şu hadis-i şerifini de yazımıza derç etmemiz uygun olacaktır kanaatindeyim şöyle ki; Sahabe-i Kiram Hazeratına Efendimiz (s.a.v.): “Siz öyle bir zamandasınız ki, içinizden kim emredildiklerinin onda birini bırakırsa helak olur; sonra öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda yaşayanlardan kim emrolunduğunun onda birini yaparsa kurtulacaktır” 4 buyurmuşlardır. Bu bağlamda diğer bir hadis-i şerif ise şöyledir: “Öyle bir kavim gelecek ki, imanın onda birini yapacaklar ve Allah onlardan razı olacaktır. Siz ise imanın onda birini terk ederseniz Allah sizi onunla hesaba çeker.” 5 Yukarıda mezkûr hadis-i şeriflerde geçen onda bir ifadesi/onda birini yapmak ibaresinin dinin kemiyet yönüyle, yani ölçülebilir, dışarıdan bakınca gözlemlenebilir yönüyle bir ilgisinin olmayacağı aşikardır. Keyfiyet açısından ise “onda bir” ibaresinin ölçülebilir, matematiksel bir oranı ifade etmediği de açıktır. O hâlde onda bir ibaresi kanaatimce azlıktan kinayedir denilebilir. Bu durumda örneğin günde beş vakit farz namazın onda biri iki günde bir vakit namaz olacaktır. Ancak bu hadis-i şeriflerde zikredilen “İki........
© Mir'at Haber
