İnandığımız ve yaşadığımız zaman arasında sıkışmak
Çağımız insanının en büyük dertlerinden biri kendi değerleri ile kendisine sunulan hayat arasında sıkışıp kalması, kendine ait olan, sahip çıkması gereken ne varsa modern dünyanın ona dayattıkları arasında seçim yapmak zorunda kalmasıdır. İşte bu zorunluluk yüzünden gelgitler yaşıyor ve hayatı anlamlandırmakta zorlanıyoruz. Bunun en büyük tezahürü ise “zaman” algımızda ortaya çıkıyor. Modern dünya bize bambaşka zaman kavramı sunarken, inandığımız ve iman ettiğimiz değerler ise bambaşka bir zaman kavramına sahip. Şüphe yok ki hepimiz inançlarımıza göre yaşamamız gerektiği konusunda hemfikirizdir. Sorun ise inandığımız gibi yaşamak yerine bize dayatılanları kabul ediyor oluşumuzda.
Mümin bir kimse, her konuda olduğu gibi zaman konusunda da kendisine rehber olarak Kur’an ve sünneti örnek almalıdır. Zamanı bize göre ve onlara göre karşılıklı olarak incelediğimizde nasıl bir kaosun içinde olduğumuzu daha net anlayabiliriz. Zira İslam’ın zaman anlayışı ile Batı’nın zaman anlayışı arasında kocaman bir uçurum vardır. Zamanı nasıl tanımlarsak tarihimizi de öyle tanımlamış olur, yani kendimizi ona göre inşa ederiz. Batı zamanı tanımlarken statik yani doğrusal bir şekilde tanımlar. Zaman, Batı için düz bir çizgidir. Sıfır noktasında başlar ve ileriye doğru gelişir. Geçmiş hep eksik ve noksandır. Medeniyetler düz bir zaman çizelgesinde ileriye doğru gelişir. Batı, gelişimini tamamlamıştır ve Doğu yani bizler gelişimini tamamlamamış, bunun için de hep Batı’ya muhtaç toplumlarızdır. Ancak İslam’da zaman döngüseldir. Bir insan nasıl doğar, büyür, gelişir ve sonra ölürse toplumlar da doğarlar, büyürler ve ölürler. Sonra yeni bir toplum döngüsü başlar.........
© Milli Gazete
