Bir vurup, bin ah işitmek ya da çocuktum, ufacıktım
Tamışvar’ın 145 km. garbında, Sombur Kale ve kasabası:
Ahalinin ekserisi tüccar olup, hepsi akıncı elbiseleri giyinip gayet terbiyeli gâzi kimselerdir. Büyük savaşlar esnasında bu şehirden 2000 işe yarar atlı asker çıkar.
Bir gün burada, Mütedeyyin Paşa Camii avlusunda birkaç ihtiyar ile sınır hallerini konuşurken, bir küçük oğlan çocuğu azıcık yaramazlık etti. Oradaki pederi çocuğa öyle sert bir şamar vurdu ki, zavallı çocuk tepetaklak düştü, sar’a tutar gibi oldu. Hemen mecliste hazır bulunanlar yerlerinden kalkıp:
- Bre adam, bu oğlanı niçin böyle tokatladın, herkesin arasında rezil ettin, yerin dibine geçirdin, dediler. Zavallı çocuğun babası dedi:
- Terbiye için Allah sevgisi uğruna dövdüm. Sözlerine şu beyti ilâve etti:
“Babası döğse oğlunu mahaldir.
Oğul candürür derler meseldir.”
Bu benim oğlum döverim, esirgerim; bu çocuk sizin nenizdir, deyince ahâli:
– Senin ciğerpare evlâdınsa, bizim serhaddimizin gülü ve gözlerimizin nuru bir gâzi, bir yiğit olacaktır. Birkaç yıla kalmaz kâfirden intikam alacaktır. Şimdiden tokatla gözünü korkutursan, yarın bir gün, kâfirin dilli topuzundan balta ve külüngünden korkarak kâfirlerle göğüs göğüse dövüşemez. Sakın, şu serhatlerimizin oğlanlarını dövmeyesin, diye çocuğun babasını ayıplayıcı sözlerle rezil ettiler ve çocuğa teselli verdiler.)
Evliya Çelebi seyahatnamesindeki bu anlatımı, Cumhur İttifakı’nın iktidarının icraatı, protestoculara polis müdahalesi resimlerinden, durup durup baktığım, başörtülü göstericiye başörtülü polisin jopla vurması hatırlatmıştı bana. Bizim kızlar, ah bizim kızlar hüznünü hâlâ taşırım yüreğimde.
Sınıf kapısı ve kara tahtası arasına konmuş çöp kutusunun orda, tek ayak üstünde durmuş ve avuçlarında cetvel kırılmış ilkokul çocuklarıydı bizim neslimiz.
12 Eylül’ü gençliğimizde, 28 Şubat’ı çocuklarımızda yaşadık.
Milli Şef yıllarının en koyu olduğu 1944 yılında Ankara Üniversitesi talebesi iken, talebe hareketlerini organize eden rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti ağabeyden dinlemiştim, yürüyüşlerde polis müdahalesini nasıl önlediklerini.
Yürüyüş kolumuzun kenarlarında kız arkadaşlarımız vardı. Erkek kıtalarının sınırıydı onlar. Müdahale etmek isteyen polisler, kız arkadaşlarımıza dokunamadıklarından, biz istediğimiz sloganları haykırarak yürüyorduk.
Polisler, kız arkadaşlarımızın arasından yürüyen erkeklere dalmak istediklerinde ise, hep bir ağızdan İstiklal Marşını söylüyorduk; hazır ola geçiyorlardı.”
Polisler kız arkadaşlarımıza dokunamıyorlardı günlerinden, “Gazze” haykırışına çıkmış, ‘’Gemilere Hayır’’ protestosundaki bir kızımızın başına sekiz görevlinin üşüştüğü zamana erdik.
Çocuğuna vurmayı “uygun, münasip” gören ve o benim canımdandır diyen babaya, “Bizim serhaddimizin gülü ve gözlerimizin nuru bir gazi, bir yiğit olacaktır” cevabını veren insanlarımızın bu düşünce ve hallerini, sınırlardaki şehirliler olmalarına bağlamak hatalı ve........
© Milli Gazete
