Münih Güvenlik Konferansı ve Avrupa’nın Geleceği
Her yıl Şubat ayında dünya liderleri, diplomatlar ve askerî strateji uzmanları Almanya’nın Münih kentinde bir araya gelir. Toplantının adı “Güvenlik Konferansı” olsa da aslında bu buluşma, transatlantik ittifakın yıllık stres testine dönüşür. 1963’te Soğuk Savaş’ın gergin atmosferinde doğan Münih Güvenlik Konferansı o dönemdeki temel hedeflerini kâğıt üzerinde olsa da hala koruyor: Avrupa ve Amerika’yı ortak tehditlere karşı, aynı çıkarlar etrafında buluşturmak. Ancak bugünün dünyasında Sovyet tankları değil; ticaret rotaları, enerji kaynakları, bölgesel dengeler ve küresel güç mücadeleleri tartışmaların merkezinde yer alıyor. Bu da her şeyi eskisinden daha zor ve komplike hale getiriyor.
Konferansın önemi aslında liderlerin burada yaptıkları açıklamalarda, verdikleri mesajlarda saklı. Örneğin, 2021’de Joe Biden’ın “Amerika geri döndü” açıklaması, Trump döneminde çatlayan transatlantik güveni onarmaya yönelikti. 2023’te ise Kamala Harris’in, “Avrupa’nın güvenliği bizim güvenliğimizdir” sözleri, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası dayanışma mesajı olarak anlaşıldı. Bugün ise Trump’ın ABD-Avrupa arasındaki ilişkilere yönelik sözleri bu konferansın en merak edilen konusuydu. Bu bağlamda değerlendirdiğimizde Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Heusgen’in ABD ile olan anlaşmazlıklara atıfla söylediği, “Ortak değer temelimizin artık o kadar da güçlü olmamasından endişe etmeliyiz” sözleri her şeyi net olarak özetleyen bir cümleydi.
Peki, Münih Güvenlik Konferansı ne kadar etkili? Konferansın “kapalı kapılar ardında nutuk atılan bir tiyatro” olduğuna dair eleştiriler yapılsa da Rusya-Ukrayna Savaşı gibi krizlerde, burada alınan kararların bazı pratik sonuçlarını görmüştük. Almanya’nın yüksek meblağlı savunma fonu, ABD’nin Avrupa’ya ek asker konuşlandırması gibi adımların sinyalleri daha önce de Münih’te verilmişti.
Öte yandan Küresel Güney’in temsil eksikliği ve karar mekanizmalarından dışlanması, Konferansın en büyük açmazı olmaya devam ediyor. Malum olduğu üzere kurumsal yapısı gereği, katılımcıların çoğunluğu NATO üyesi ülkelerden oluşuyor. Geri kalan katılımların sembolik olmaktan öteye geçmemesi, küresel güç dengelerinde köşe başlarını tutan aktörlerin dışında kalan herkesi politika yapıcı değil, yalnızca izleyici ve edilgen bir konuma sürüklüyor.
İzleyici konumuna düşse de aslında Küresel Güney’in meseleleri dünya siyasetinin temel taşları konumunda. Çelişki de tam bu noktada başlıyor. Filistin meselesi etrafında şekillenmiş bir siyasi konjonktürü Filistin’siz, Batı ülkelerinin Afrika’daki kaynak kullanımını Afrika’sız, ABD’nin........
© Milli Gazete
